Monthly Archives Ocak 2022

Terleme Nedir ve Hangi Durumlarda Ortaya Çıkar?

Terleme, vücudun ısı artışına karşı ısıyı sabit tutmak için verdiği bir reflekstir. Vücut terleme yoluyla cilt üzerinde oluşan sıvıyı buharlaştırarak kendini soğutmaya çalışmaktadır. Bu nedenle; egzersiz sırasında, sıcak ve nemli ortamlarda bulunulduğunda, aşırı kalın giysiler giyildiğinde, aşırı kilo sorunu olduğunda ter salgısında artış meydana gelir. Tüm bunlara ek olarak heyecan, korku, utanma ve stres gibi pek çok değişken de fizyolojik bir neden olmaksızın terlemeye yol açmaktadır.

Aşırı Terleme Nedir?

Hiperhidrozis (aşırı terleme), normal gereksinimden daha fazla ter salgılanması anlamına gelir. Aşırı terleme günün tamamında olabileceği gibi, ara ara veya beklenmedik zamanlarda da gerçekleşebilir. Altta yatan bir hastalığa bağlı olabileceği gibi tamamen sağlıklı bireylerde, hiçbir neden yokken de ortaya çıkabilir.

Altta yatan bir hastalığa bağlı gelişen aşırı terleme genellikle yaygın terleme olarak görülmektedir. Bu nedenle, altta yatan bir hastalığa bağlı aşırı terleme durumuna “genel hiperhidrozis” adı da verilmektedir. Aşırı terlemeye en sık neden olan hastalıklar veya durumlar; guatr, şeker hastalığı, kan şekeri düzensizliği, menopoz, enfeksiyonlar, kalp yetmezliği, solunum yetmezliği, şişmanlık ve alkolizm olarak sıralanabilmektedir. Genel hiperhidrozisin tedavisi altta yatan hastalığı ya da durumu tedavi etmekle gerçekleşmekte olup bunun dışında bir yöntem (ameliyat vb.) uygun değildir.

Bölgesel Aşırı Terleme Nedir?

Tamamen sağlıklı kişilerde özellikle el, ayak, koltuk altı ve yüzde görülen kontrolsüz aşırı terleme ile karakterize bir tablodur. En önemli özelliği ortam sıcaklığından bağımsız olarak stres, egzersiz, heyecanlanma durumlarında terleme miktarının artmasıdır. Bu kişilerde çoğu zaman hiçbir tetikleyici faktör olmaksızın aşırı terleme olabilmektedir. Kuru bir el hiçbir neden yokken saniyeler içinde sırılsıklam olabilmektedir.

Uyku sırasında terlemenin olmaması ve terleme olmasına rağmen ter kokusu olmaması tipiktir. Sıklıkla 20 yaş öncesinde ortaya çıkmaktadır.

Aşırı terleme rahatsızlığı bulunan bireyler sosyal hayata girerken, diğer insanlarla sağlıklı iletişim kurmakta zorlanabilmekte ve mesleki hayatlarında mağdur olabilmektedir. Biz uzmanlar en sık ‘‘aşırı el terlemesi’’ şikayeti ile karşılaşmaktayız. Öğrenci, öğretmen, mühendis, avukat, güvenlik güçleri gibi birçok meslek gurubu bu sınıfta yer alabilmektedir. Koltuk altı ve yüz terlemesi şikayetini ise daha çok “beyaz yakalı” olarak tabir edilen meslek gurubunda görmekteyiz.

Aşırı Terleme Tedavisi ve Uygulanan Yöntemler

Bölgesel aşırı terleme ile ilgili kanıtlanmış tedavi yöntemleri arasında botoks ve cerrahi tedavi seçenekleri bulunmaktadır.

 

Read More

Akciğer Kanseri’nde Erken Teşhis Ameliyat Şansını Arttırır

Akciğer kanseri, kanser nedeniyle ölümlerin başlıca nedenidir. Ülkemizin en önemli sağlık problemlerinden birisi haline gelen akciğer kanseri; erkeklerde her yüz bin kişinin 75’inde, kadınlarda her yüz bin kişinin 9’unda görülmektedir.  Tüm kanser ölümlerinin yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır. Sigara, yaklaşık % 85-90 oranı ile akciğer kanserine neden olan en önemli etkendir. Akciğer kanseri oluşma riski sigara bırakıldıktan yaklaşık 15 yıl sonra, sigara içmeyen kişilere yakın bir risk seviyesine inmektedir. Asbest ile temas, radyasyona maruz kalma, kronik obstruktif akciğer hastalığı (KOAH), tüberküloz (verem),  ailede kanser öyküsü ve ağır metallere maruziyet kanser oluşma riskini arttıran diğer önemli faktörlerdir.

Belirtiler Birçok Hastalık İle Aynı Olduğu İçin Akciğer Tanısı Gecikebiliyor

Kanserin hangi türü olursa olsun erken tanı ve tedavi çok önemli. Akciğer kanseri belirtilerinin birçoğunun diğer tehlike yaratmayan hastalıklarda da görülüyor olması akciğer kanseri tanısının gecikmesine ve tedavisinin güçleşmesine neden olmaktadır. Peki nedir bu belirtiler?

Sonradan ortaya çıkan inatçı öksürük veya mevcut öksürük karakterinde değişme, kanlı balgam, halsizlik, göğüs-sırt-yan ağrısı, ses kısıklığı, nefes darlığı, anormal zayıflama, lokalize kemik ağrısı, yutma güçlüğü gibi şikayetler akciğer kanserinin en önemli belirtileridir. Örneğin öksürük veya ses kısıklığı şikayetinin enfeksiyon hastalıklarına bağlanması veya göğüs ağrısının kas ağrısı gibi yorumlanması nedeni ile birçok kanser vakası doktora başvurma gereği duymamakta ve tanı alamamaktadır.

Akciğer Kanserinde Ağrı Olur mu?

Akciğer dokusunda ağrı duyusu bulunmamaktadır. Dolayısıyla akciğerde yer alan kanser dokusu, büyüklüğü ne olursa olsun ağrı şikâyeti yaratmamaktadır. Ancak akciğer zarına kadar büyüyen veya kaburgalara temas eden bir kanser dokusu ağrı yaratabilmektedir. Diğer organlara göre akciğerin hacim olarak büyük olması nedeni ile akciğer içinde yer alan kanser dokusu, eğer solunum yollarını daraltmamış veya tam olarak kapatmamış ise belirgin bir nefes darlığı şikayeti oluşturmayabilir. Bu gibi nedenlerle şikayetler önemsenmeyip doktora başvurma süreleri genellikle gecikmektedir.

Risk Taşıyan Kişiler Yılda Bir Kez Kontrolden Geçmeli

Kanser gibi hızlı ilerleyen ve ölümcül hastalıklarda erken teşhis için günler dahi çok önem arz etmektedir. Teşhiste gecikilen her gün hastalığın evresini artırmakta ve tedavi zorluğuna yol açmaktadır. Birinci evrede cerrahi tedavi uygulanan bir hastanın sağ kalımı (yaşam şansı) % 92 iken, ikinci evrede % 60, üçüncü evrede % 36, dördüncü evrede ise % 10 seviyelerine inmektedir. Erken tanının sağ kalım (yaşam şansı) açısından bu denli önemli olduğu bir hastalıkta hiçbir belirti ve şikayet önemsiz kabul edilmemelidir. Bilhassa risk faktörlerini barındıran kişilerin şikâyet olmasa dahi en az yılda bir kez akciğer kanseri açısından kontrol edilmeleri önem arz etmektedir.

Akciğer Kanseri Tedavisi: Cerrahi, Kemoterapi ve Radyoterapi

Cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi dışında akciğer kanseri için uygulanan herhangi bir tedavi yöntemi mevcut değildir. Maalesef son zamanlarda çevremizde alternatif tıp veya bitkisel tedavi adı altında birçok asılsız yöntem ve kişiler ortaya çıkmış, kanseri tedavi ettiklerini ileri sürerek hasta ve hasta yakınlarının içinde bulundukları psikolojik durumu kullanarak maddi çıkarlar elde etmektedirler.

Erken Teşhis  Ameliyat Şansını Arttırır

Akciğer kanseri tedavisi Göğüs Cerrahisi, Medikal (Tıbbi) Onkoloji ve Radyasyon Onkolojisi branşlarının ortak çalışması ile yürütülmektedir. Tedavi hastalığın evresine, bulunduğu lokalizasyona (yere), hastanın yaş/ek hastalık/efor kapasitesi/solunum kapasitesi gibi özelliklerine göre belirlenmektedir. Akciğer kanserinde öncelikli tedavi cerrahi olup tanı gecikmesi, ileri evrede tespit gibi nedenlerle hastaların ancak % 20’si ameliyat şansı bulabilmektedir. Ameliyat sonrası değerlendirme ile hastanın ve hastalığın durumuna göre Kemoterapi ve Radyoterapi tedavileri sürece eklenebilmektedir.

Kapalı Ameliyat Yöntemi İle Hastalar Daha Konforlu Bir Süreç Yaşıyor

Geçmiş dönemlerde sadece açık ameliyat teknikleri ile yapılan, hastalar açısından daha travmatik seyreden, iyileşme süreci uzun olan akciğer kanseri ameliyatları geliştirilen malzeme ve teknikler sayesinde kapalı ameliyat şeklinde uygulanabilmektedir. Kaburgalar arasından açılan ortalama 2 veya 3 delik aracılığı ile kapalı ameliyatlar yapılabilmektedir. Ameliyat sonrası iyileşme süreci yaklaşık 5-7 gün sürmektedir. Medova Hastanesi Göğüs Cerrahisi Kliniği olarak son teknoloji ve çağdaş tedavi yöntemlerini dünya ile eş zamanlı uygulamaktayız.

Read More

Podoloji (Medikal Ayak Bakımı) Nedir?

Podoloji; ayak sağlığı ve hastalıklarıyla ilgilenen bir bilim dalıdır. Sağlıklı ayakta koruyucu ve önleyici, ayak hastalıkları üzerinde ise koruyucu tedavi yöntemleriyle hekimlerle iş birliği içerisinde çalışan bir disiplindir. Bu alandan mezun olanlar podolog ünvanı alır.

Çocukluktan yaşlılığa kadar olan süreçte özellikle diyabet hastalarında ayak problemleri bireyin yaşam kalitesini etkilemektedir. Diyabet hastaları ve dolaşım bozukluğu olan hastaların hayatlarının ilerleyen dönemlerinde maddi ve manevi kayıplar yaşamaması adına düzenli ayak bakımı yaptırmaları şarttır.

Podologlar; diğer sağlık alanlarının içinde önemli bir halkayı teşkil etmektedir. Tüm hastalıklarda olduğu gibi ayak ile ilgili sorunlarda ve ilk belirtileri ayak üzerinde görülebilen diğer hastalıklarda da erken teşhis çok önemlidir. Bu konuda eğitim almış olan podologlar ayağı her yönden değerlendirerek, uzman hekime hastayı yönlendirip erken teşhis ve tedavilerine yardımcı olmakta ve tedavi sonrası bakımlarında önemli rol üstlenmektedirler.

Podolojik uygulamalar dezenfeksiyonu yapılmış ortamda, sterilizasyonu sağlanmış ekipmanlarla yapılmaktadır. Böylece hepatit B, hepatit C, HIV, mantar, siğil gibi bulaşıcı hastalıkların hastalara bulaşmasına engel olunmuş olur. Uygulamalar freze cihazları, ayağa ve tırnağa uygulanan aparatlar ile ağrısız ve acısız bir şekilde gerçekleştirilir.

Medikal Ayak Bakımı

Medikal ayak bakımında kuru podoloji cihazları ile sterilizasyonu yapılmış tırnak kesme pensleri ve koruyucu önleyici şekilde tasarlanmış aparatlar kullanılır. Deri ve tırnaktaki ölü kısımların mekanik temizliği yapılır, canlı dokuda çalışılmadığından hastanın bu işlem sırasında ağrısı ya da acısı olmaz. Medikal ayak bakımında yalnızca tırnak ve deri bakımı değil aynı zamanda hastanın tüm ayağı değerlendirilir. Bu değerlendirmede; cildin durumu, damarlarının görünümü, sinir kayıplarının olup olmaması, doğru ayakkabı ve çoraplar için ölçümler ve yönlendirmeler yapılır. Medikal ayak bakımı pedikür işleminden farklıdır, bu işlemde ayaklar suya sokulmaz ve ıslatılmaz yalnızca dezenfekte edilir. Çünkü ıslak ciltte ölü doku ve sağlıklı dokunun ayrımı yapılamaz, bu ayrım yapılamazsa sağlıklı deri de kendini korumak amaçlı kalınlaşır ve sertleşir. Bu durum pedikür sıklığını arttırırken, medikal ayak bakımında yalnızca ölü doku üzerinde çalışıldığından ayda 1 bakım yaptırmak yeterlidir.

Mantarlı Tırnak Bakımı

Tırnak mantarı en sık rastlanan tırnak hastalıklarından biridir. Tırnaktaki renk değişimleri ve şekil bozuklukları nedeniyle, hastaları estetik açıdan rahatsız eder ve kişinin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiler. Farklı mantar türlerinin tırnağa yerleşmesiyle oluşabilen bu rahatsızlık tırnağın geç uzamasına sebep olur. Tedavi edilmezse mantar tırnak köküne doğru ilerleyip tırnağın tamamına yerleşebilir, tırnak kalınlaşır ve şekli bozulur. Tırnak mantarı tedavisi için; kalınlaşan tırnakların freze cihazı ile normal kalınlığına getirilerek tedaviyi kolaylaştırıcı mekanik temizliği podolog tarafından yapılır. Mantarlar; nemli ve karanlık ortamları sevdiklerinden ayakkabı ve çorap temizliği, hastaların günlük ayak bakımı podolog tarafından anlatılır. Mantarlı tırnaklar;  dermatolog, hasta ve podolog iş birliği ile en kısa sürede sağlıklı görünüme kavuşurlar.

Batık Tırnak Bakımı

Tırnakların yanlış kesilmesi, genetik yatkınlıklar, yanlış ayakkabı ve tırnak yatağının bozulması sebebiyle tırnak etrafındaki deriye doğru uzar ve bir süre sonra hastaya rahatsızlık verir bu duruma tırnak batması denir. Genellikle ayak baş parmağı tırnaklarında görülen batık problemi küçük tırnaklarda da görülebilmektedir, tırnaklarda oluşan bu rahatsızlığa erken müdahale edilmezse tırnak etrafındaki deride enfeksiyon oluşabilir. Genellikle pedikür salonlarında ya da hastalar kendi çabasıyla batık tırnağı çıkarıp almaya çalışırlar. Ancak batığın çıkarılması kalıcı bir çözüm değildir, kalıcı bir çözüm üretmek için podologlar tarafından tırnağın muayenesi yapılır ve probleme yönelik kişinin tırnak kalınlığına ve günlük aktivitelerine göre uygun sistem uygulanır. Podolog tarafından uygulanan tel sistemleri ya da tırnak üzerine yapıştırılan malzemelerle tırnak yatağının düzeltilmesi ve tırnağın tekrardan batmaması sağlanır.

Nasır Bakımı

Nasır, baskı ve sürtünmeye maruz kalan derinin, kalınlaşıp sertleşerek kendini koruma altına almasıdır. Nasırlar; yanlış ayakkabı kullanımı, yanlış çoraplar, ayak ve parmak deformiteleri ve kişilerin yanlış basması gibi etkenlerle oluşabilir. Bazı kişiler için yalnızca estetik bir sorun olan nasır, daha fazla baskı ve sürtünmeye maruz kaldığında sinir uçları ve kılcal damarlara da baskı yapmaya başlar. Bu nedenle çoğu kişide çok ciddi ağrılar oluşturabilir. Özellikle parmak aralarında oluşan nasırlar kişinin günlük yaşantısını da olumsuz yönde etkilemektedir.

Nasırların podolojik bakımında nasırın hangi noktaya ulaştığını anlamak için muayene yapıldıktan sonra, freze cihazları ile nasırların ağrısız bir şekilde temizliği yapılır. Ancak mekanik temizlik tek başına kalıcı bir çözüm olmayacağından, nasırın neden oluştuğuna bakılarak baskının ya da sürtünmenin olduğu yerin çevresine yükü azaltacak malzemeler kullanılarak hastanın tek seansta ağrılarından kurtulması hedeflenir.

Diyabetli Hastalarda Ayak Bakımı

Diyabetli kişilerde ayak sorunları, diyabeti olmayan kişilere göre daha sık görülür ve özel riskler taşır. Baskı altında olan ayaklar yaralanmalara en açık organdır. Problemler; yanlış ayakkabı ve çorap seçimi, yanlış tırnak kesimi gibi nedenlerle ortaya çıkar. Bazı hastalarda sinirlerin işlevlerini yitirmesi sonucunda ağrı, sıcaklık ve dokunma hissinde azalma oluşabilir.  Bu nedenle kişi yaralarını ya da ayağa batan yabancı cisimleri fark edemez, yaranın fark edilememesi enfeksiyon oluşturması açısından büyük risk taşır. Podolog öncelikle ayağın duyu testlerini(Ağrı, sıcaklık ve dokunma hissi testleri) ve nabız kontrolü yaparak belirli periyotlarla uzman hekimi bilgilendirirken hastaların da diyabetik ayak seviyesine gelmemesi, ayak yaralarının oluşmaması için koruyucu ve önleyici çalışarak hasta eğitimi verir.

Sporcularda Ayak Bakımı

Sporcularda ayakların aşırı yüke maruz kalması nedeniyle; tırnak ve parmak deformiteleri, deri hastalıkları gibi dermatolojik sıkıntılar çok çeşitli olarak görülmektedir. Bu problemlerin erken tanınması, sporcularda meydana gelebilecek performans düşüklüğünü önleyebilir. Sporcuların podolojik bakım planı; spor dalına göre faaliyetlerine engel olmayacak şekilde oluşturulur ve problemlerin tekrar oluşmaması için koruma amaçlı yöntemler uygulanır.

Read More

Bel Fıtığı Tedavisi İle Hayatı Ertelemeyin

Tüm hayatımız boyunca en az bir kez bel ağrısı veya bel tutulması yaşarız. Bel fıtığı rahatsızlığı, genellikle 30-60 yaş arasında görülür. Çalışan kadınlarda ve ev hanımlarında bel fıtığı sıklıkla görülen bir rahatsızlıktır. Günlük yaşamımızda yaptığımız hatalı hareketleri sık tekrarladığımızda veya aniden ağır yük kaldırdığımızda omurgamızdaki disk materyaline aşırı yük biner ve bu da bel fıtığına neden olur.

Bel Fıtığına Neden Olan Risk Faktörleri;

Obezite (şişmanlık), hareketsizlik, sigara içme, hatalı hareketler, ofis çalışanlarının hatalı postürleri (duruşları), zorlayıcı fiziksel aktivite ve ağır kaldırmadır.

Bel Fıtığı Belirtileri;

Bel ve bacak ağrısı, bacaklarda uyuşma, yürüme ve oturmada güçlük, ayakta güçsüzlük, idrarını tutamama.

Bel fıtığı teşhisi günümüzde MR tetkiki ile konulmaktadır.

Bel Fıtığından Korunmak İçin;

Masa başında bel desteği ile çalışmak, ağır yük kaldırmamak, yerdeki cisimleri çömelerek almak, özellikle perde asarken yukarıya doğru uzanmamak, ev işleri yaparken bel bükmeden gerekirse çömelerek yapmak, düzenli egzersiz yapmak önerilir.

Bel Fıtığında Tedavi:

Bel fıtığının başlangıç aşamasında hastaya ağrı kesicilerin yanı sıra yukarıda bahsettiğimiz bel fıtığından korunma yöntemleri önerilir. Fizik tedavi de uygulanabilecek diğer bir yöntemdir. Bunlara rağmen hastanın şikayetleri geçmiyorsa, muayenede hastada güç kaybı mevcutsa, idrarını tutamama varsa, hastanın MR’ında bel fıtığı ilerlemiş bir şekilde görülüyorsa o zaman ameliyat gerekmektedir. Günümüzde bel fıtığının cerrahi tedavisinde en güvenli ve etkili yöntem Mikrodiskektomi yöntemidir.

Özellikle çalışan kadınlarımız ve ev hanımlarımız bel sağlığına dikkat etmeli; spor ve egzersiz yapmaya, kilo almamaya özen göstermelidirler.

Read More

Metabolizma Hızını Artırmanın Yolları

Düzenli ve hızlı çalışan bir metabolizma herkes için önemlidir. Çünkü hızlı metabolizma, daha fazla kalori yakımı, dolayısıyla da kilo kontrolü ile doğru orantılıdır. Kas kitlesinin fazla olması, vücuttaki yağ yakımının da fazla olması anlamına gelir. Kas kitleleri çok olduğu için, erkekler, bu açıdan daha şanslı. Birçok insan için metabolizma 40 yaşından sonra yavaşlamaya başlıyor. Ayrıca, genetik faktörlerin de metabolizma hızı üzerinde rol oynadığı biliniyor. Uzmanlar, yaşa ve genetik faktörlere rağmen metabolizma hızını artırmanın mümkün olduğunu belirtiyor ve bu konuda etkili olabilecek yöntemleri şöyle sıralıyor:

1- Uyandıktan Sonra, 1 Saat İçinde Kahvaltı Edin.

Düzenli beslenme, hızlı bir metabolizmaya giden yolda ilk kurallardan biridir. Uyandıktan sonra 1 saat içinde kahvaltı ederek, metabolizma hızınızı %30 oranında arttırabilirsiniz. Kahvaltıda yağlı ve şekerli gıdalardan uzak durmanız gerektiğini unutmayın. Kahvaltınızın dengeli ve doyurucu olması için protein (yumurta, peynir, süt), kaliteli karbonhidrat (tam tahıllı ürünler, yulaf), mevsim yeşillikleri ve mevsim meyveleri tercih edin.

2- Öğün Atlamayın.

Metabolizma hızının azalmasının en büyük sebeplerinden biri de düzensiz beslenme alışkanlığı. Özellikle ana öğünleri (kahvaltı, öğle ve akşam yemeği) düzenli olarak tüketmek, besinlerin vücutta yağ olarak depolanmasının önüne geçiyor. İki ana öğünün arasında 4-5 saat gibi zaman dilimi olmasına da özen gösterin.

3- Su İçmeyi Unutmayın.

Bedeniniz, işlevselliğini devam ettirebilmek için suya ihtiyaç duyar. Hatta hafif susuz iseniz metabolizmanız yavaşlayabilir. Bir çalışmada günde 8 bardak su içen kişilerin vücutlarının yakmış olduğu kalorinin, 4 bardak içenlere göre daha fazla olduğu gösterilmiştir.

4- Kahve İçin.

Bir kahve tiryakisi iseniz sabah kahvesinin keyfini rahatlıkla çıkarabilirsiniz. Çünkü kahve hem metabolizma hızlandırıcıdır hem de konsantrasyonu arttırır. Kahvenin metabolizma hızlandırıcı etkisi anlık olmaktadır. Miktarına ve sıklığına dikkat ederek, gün içerisinde kahve tüketebilirsiniz.

5- Protein Tüketin.

Proteinli besinlerin termojenik etkileri, karbonhidrat ve yağlara göre daha yüksektir. Yani proteinli besinler sindirilirken vücudumuz daha fazla kalori harcar. Bu durum da metabolizmanızın daha hızlı çalışmasını sağlar. Protein içeriği en yüksek olan besinler; yağsız sığır eti, hindi, balık, tavuk, fındık, yumurta, süt ve süt ürünleridir.

6- Badem Yemekten Korkmayın.

Riboflavin, magnezyum, bakır ve yağ asidi yönünden zengin olan bademin sindirilmesi için; vücudunuzun, yediğiniz bademden daha fazla enerji harcaması gerekiyor. Bu da metabolizma hızınızı arttırıyor. Bademin midede kalış süresinin uzun olması, kendinizi daha uzun süre tok hissetmenizi sağlıyor. Günlük 8 -10 tane kadar çiğ badem tüketmeniz, metabolizmanızı hızlandıracak ve sizi tok tutacaktır.

7- Günde 2 Fincan Yeşil Çay İçin.

Yeşil çay, kateşin ve kafein içeriği nedeniyle metabolizmanın birkaç saat hızlanması için kombine fayda sunmaktadır. Araştırmalarda; egzersiz yapılmadan önceki zaman aralığında, 2-4 bardak su ile 2 fincan yeşil çay tüketmenin, egzersizde %17 daha fazla kalori yakılmasına yol açtığı gözlenmiştir. Yeşil çayın içerisinde bulunan polinefol bileşenleri de iştahınızın baskılanmasına yardımcı olacaktır. Ancak yeşil çayın bu etkilerini görebilmek için, doğru demlemeniz gerekiyor.

Yeşil çayı kesinlikle kaynatmayın. Bir kupa kaynamış suyu ocaktan alıp, içerisine 1 çay kaşığı yeşil çay ilave ettikten sonra 3-4 dakika kadar demleyin ve ardından süzün. Sonrasında çayı ister sıcak, ister soğuk olarak içebilirsiniz.

8- Yemeğin Tadına Bakmadan Tuz İlave Etmeyin.

Tuzda bulunan sodyumun fazla alımı vücudunuzun su tutmasına ve dolayısıyla ödem tutmasına neden oluyor. Bu nedenle, sabahları uyandığınızda kendinizi şişkin ve kilolu hissetmeniz kaçınılmaz oluyor. Günlük tuz tüketiminizi 5 gramla (1 çay kaşığı) sınırlandırmaya özen gösterin.

9- Kas Kitlenizi Arttırmak İçin Egzersiz Yapın.

Kas kitlesi, kalori yakımı ile doğru orantılıdır. Gün içerisinde yapılacak düzenli egzersiz ile kalori yakımını iki katına yakın arttırabilirsiniz. Egzersizin düzenli yapılması buradaki en önemli unsurdur. Çünkü yapmış olduğunuz egzersizde o anda yakılan kaloriden çok, metabolizmanın aktif olarak sürekli çalışması daha önemlidir. Uzun süre ama daha orta tempo ile yapılan egzersizin, hızlı tempo ile daha kısa süre yapılan çalışmalara göre daha verimli sonuçlar vereceğini de unutmamalısınız.

 

Read More

Ani Ölüm Nedir?

Ani ölüm, yaşanan şikayetlerle ölüm arasında geçen sürenin 1 saatten az olduğu, doğal ve beklenmedik ölümlerdir. Ani ölüm, tüm dünyada ciddi bir problemdir. Çoğu hasta, hastaneye veya bir sağlık kuruluşuna gelemeden hayatını kaybetmektedir.

  • Ani ölüm, bütün ölümlerin %12’sini oluşturmaktadır.
  • Kalp hastalıklarına bağlı ölümlerin %50’si, ani ölüm şeklinde olmaktadır.
  • Ani ölüm, sık görülen kanserlerden daha fazla can almaktadır. Bu nedenle kanserden bile önemli bir sağlık sorunudur.
  • Ani ölümlerin %80’i koroner damar hastalıkları sonucunda gelişmektedir.
  • Kalbi besleyen damarlarda daralma ya da tıkanmanın ilk belirtisi, hastaların %20’sinde ani ölüm şeklinde olmaktadır.
  • Ani ölüm, ileri yaşlarda daha sık görülse de her yaşta, hatta çocuklarda bile görülebilir.
  • Kalp sağlığı kontrollerinin düzenli yapılması, hem kalp hastalıklarının gelişmesini ve ilerlemesini, hem de ani ölümü engelleyebilmektedir.
  • Birçok ülkede genç ölümlerin (20-30 yaş arası bireyler) en sık rastlanan sebebi ani ölümdür. Ani ölüm, trafik kazasından daha fazla can almaktadır.
  • Bazı ailesel hastalıklar da ani ölümle sonuçlanmaktadır. Bu nedenle yakın akrabalarını beklenmedik bir ani ölümle kaybedenler, mutlaka, kontrol için hastaneye başvurmalıdır.
Read More

Hassas (İrritabl) Bağırsak Sendromu

İrritabl Bağırsak Sendromu (İBS), toplumda çok sık görülen ve çoğu zaman insanı hayatından bezdiren bir hastalıktır. Ülkemizdeki görülme sıklığı %10-20 dolaylarındadır. Hastalık halk arasında spastik kolon, spastik kolit veya sinirsel kolit olarak da bilinmektedir. Hastalığın belirtileri; organik bir hastalık olmaksızın dışkılama tabiatında değişiklik, karın ağrısı, dışkılamayla karın ağrısının geçmesi ve hafiflemesidir. İBS, ciddi rahatsızlıklara dönüşme (kanser, vb) gibi bir risk taşımamakla beraber, hastaların yaşam kalitesini ciddi şekilde etkilemektedir. Çok sık görülen bir hastalık olmasına rağmen, doktora başvurmadan bunu bir yaşam biçimi olarak kabul edenlerin sayısı ne yazık ki oldukça fazladır.

Hassas (İrritabl) Bağırsak Sendromu Belirtileri Nedir?

İBS hastaları mevcut şikayetleri nedeniyle işe – okula gidememe, sosyal yaşantılarına ara verme veya erteleme, tatillerini yarıda bırakma gibi sorunları çok sık yaşarlar. İBS, Gastroenteroloji polikliniklerine başvuran hastalarda en çok görülen rahatsızlıktır. İlk basamak hekimlerine başvuran 10 hastadan 1’i İBS hastasıdır. Hastalık, kadınlarda daha sık görülür. 50 yaş üzerinde nadir görülür. Karın ağrısı, İBS hastalarında en çok görülen belirtidir. İBS hastaları özellikle göbek altında ve sol tarafta ağrı hissederler. Stres ve soğuk yiyeceklerin tüketilmesi ağrıyı arttırır. Hasta, dışkılayarak veya gaz çıkartarak rahatlar. Ağrı, kramp ya da sancı şeklinde olabilir. Hasta, gece uykusu sırasında oldukça rahattır. Hastalık sırasında çoğu kez ishal ve kabızlık dönemleri birbirini izler. Kabızlık döneminde sert, tane tane, zeytin veya keçi pisliği görünümünde bir gaita varken, ishal döneminde yumuşak, pelte kıvamında, kokusuz bir gaita görülür.

Hasta; yemek yedikten, özellikle kahvaltı yaptıktan sonra dışkılama ihtiyacı duyar. Bazı hastalarda kabızlık, bazı hastalarda ishal ön plandadır. İshal, çoğu kez ağrısızdır. Dışkı, küçük ve katı bir mukusla (bağırsak mukozasından salgılanan sümüksü bir madde) kaplı olabilir. Bağırsak duvarında bulunan, mukus üreten bezler, ağır hareket eden ve saatlerce bağırsak içinde kalan küçük, katı dışkı parçalarıyla uzun süre temas ederek aşırı uyarılır. Bu nedenle normalden daha fazla mukus salgılarlar. Hasta bazen sadece mukus da çıkarabilir. Hastalar mukuslu akıntıyı, “Makatımdan iltihap geliyor.” diyerek tanımlarlar. Özellikle yemeklerden sonra; karın şişliği, gaz, hazımsızlık, geğirme, yellenme, iştahsızlık, bulantı ve kusma görülür. Hastalar, genellikle, gaz ve şişkinlikten yakınırlar. Çoğu hastada sıklıkla; halsizlik, güçsüzlük, baş dönmesi, bayılma, terleme, çarpıntı, göğüs ağrısı, baş ağrısı, yüzde kızartı, nefes darlığı ve sık nefes alıp verme görülür.

Hastalığın teşhisinde, hastanın verdiği bilgiler çok önemlidir. Yıllardır devam eden karın ağrısı, ishal ve kabızlık dönemlerinin birbirini takip etmesi ve bu durumun bozulmaması İBS’yi işaret eder. Kişinin, geceleri karın ağrısı veya ishal ile uyanma öyküsünün olmaması, İBS’yi diğer organik bağırsak hastalıklarından ayırır.

Read More

Alzheimer Hastalığının Belirtileri

Unutkanlık, 7’den 70’e hepimizin ortak sorunu… Öyle ki; arkadaşlarımızın isimlerini, arabamızı nereye koyduğumuzu, öğleyin hangi yemeği yediğimizi ya da ocağın altını kapatmayı zaman zaman unutabiliyoruz. Bu tür basit unutkanlıklar, çoğu kez kısa süreli ve geçicidir. Ancak yaşlanmayla gelen ciddi unutkanlıkların Alzheimer hastalığının habercisi olabileceği dikkate alınmalıdır. Unutmayın ki, bunama, yaşlılığın doğal bir sonucu değildir.

Alzheimer Hastalığının Habercisi 10 Belirti:

  • Yakın geçmişle ilgili unutkanlık: Yakın geçmişteki olaylar, insan isimleri ve telefon numaraları sık unutulur ve hatırlanmaz. Bir kere sorulan sorular, tekrar tekrar sorulur.
  • Günlük işlerde zorlanma: Günlük ev işlerini yapmakta, kendine bakmakta, uygun elbiseleri seçmekte güçlük yaşanır.
  • Konuşma güçlüğü: Konuşurken çok basit kelimeler bulunamayabilir. O kelimelerin yerine uygun olmayan kelimeler kullanılabilir.
  • Zamanı ve mekanı karıştırma: Gün, ay, yıl unutulabilir; her gün geçilen sokakta kaybolunabilir.
  • Yargı ve karar verme güçlüğü: Önemli sorumluluklar tamamen unutulabilir. Uygun olmayan şekilde giyinilebilir, uygun olmayan saatlerde yürüyüşe çıkılabilir.
  • Soyut düşünme güçlüğü: Basit hesaplar yapılamayabilir, rakamların ne işe yaradığı unutulabilir, plan yapmakta güçlük çekilebilir.
  • Eşyaları yanlış yerlere koyma: Eşyalar, olmadık yerlere konulabilir. Örneğin; ütü, buzdolabına ya da kol saati, şeker kavanozuna yerleştirilebilir.
  • Ruh hali ve davranışlarda ani değişiklikler: Görünür bir neden yokken ağlanabilir, alıngan ya da çok sinirli olunabilir.
  • Kişilik değişimleri: Şüpheci, ürkek, saldırgan vb. bir kişilik kazanılabilir.
  • Sorumluluktan kaçınma: Çok önemli konularda bile pasif hale gelinebilir. En basit işlerde bile sürekli teşvik edilmek gerekebilir.
Read More
YANLIŞ

Taze balık her zaman marketteki dondurulmuş balıktan iyidir.

DOĞRU

Bildiğiniz gibi balık çok çabuk bozulabilir. Eğer aldığınız balığın taze olduğuna emin değilseniz, dondurulmuş balık daha sağlıklı olabilir. Dondurulmuş balıklar, tutulur tutulmaz gemideyken işlenir ve çabuk bozulan iç organları atılır. Oysa taze diyerek satılan balıkların, yakalandıktan sonra siz alıncaya kadar ne kadar beklediklerini bilemezsiniz.

YANLIŞ

Balıkların sağlığa yararı, zararlı etkilerinden daha fazladır.

DOĞRU

Birçok ürün gibi balığa da bir takım zararlı kimyasallar (özellikle cıva) bulaşmış olabilir. Bu nedenle belli grupların (gebeler, bebekler vs.) balık tüketimi sınırlandırılmalıdır.

YANLIŞ

Düzenli balık yemenin yalnızca kalp sağlığı açısından faydası vardır.

DOĞRU

Düzenli balık tüketimi, ölümcül kalp hastalıklarına yakalanma riskini %36 oranında azaltır. Bunun yanında depresyon, yüksek tansiyon, bazı romatizmalar, inme (felç) ve bazı kanser türleri üzerinde olumlu etkileri vardır.

YANLIŞ

Balığın yararlı etkilerinden yararlanmak için ayda 1-2 kez yemek yeterlidir.

DOĞRU

Amerikan Kalp Cemiyeti (AHA), haftada en az 2 porsiyon (1 porsiyon: 100 gr) yağlı (Omega-3 yağ asitlerinden zengin olduğu için) balık yemeyi öneriyor.

YANLIŞ

Balık yiyenler daha akıllı olur.

DOĞRU

Bu konuda bir bilimsel veri bulunmamaktadır. Ancak haftada en az bir gün fırın veya ızgara balık yiyenlerde hafızanın daha kuvvetli olduğu, yaşlanmaya bağlı zihinsel aktivitelerdeki azalmanın ve Alzheimer hastalığına yakalanma riskinin daha az olduğu bilinmektedir.

YANLIŞ

Doğal ortamda yetişen balıklar, çiftlik (kültür) balıklarından daha iyidir.

DOĞRU

Çiftlik mi deniz balığı mı sorusu hep sorulur. Aslında ikisinin de olumlu ve olumsuz yanları vardır. Deniz balığının hangi ortamlarda bulunduğunu, ne yediğini bilemezsiniz. Dolayısıyla cıva, pestisitler (zararlı bitki ve hayvanlara karşı kullanılan ilaçlar) ve PCB gibi zararlı kimyasallar içeriyor olabilir. Bunun yanında deniz balıklarının yakalandıktan sonra hangi koşullarda saklandığını, hangi koşullarda önünüze geldiğini bilemezsiniz. Buna karşın deniz balıkları daha lezzetlidir ve Omega-3 yağ asitleri yönünden daha zengindir.

Kültür balıkları, beslenmelerine bağlı olarak Omega-3 yönünden zengin olmayabilir. Ama bütün yetişme süreci kontrollü olduğu için daha sağlıklı olabilir. Ülkemizde kültür balığı ihracatı önemli bir yer tuttuğu için zararlı maddeler (hormon, antibiyotik vb.) yönünden yurt içi ve özellikle yurt dışı alıcıları tarafından sıkı denetlenmekte ve belirli standartlarda yemler verilmektedir.

YANLIŞ

Taze balık, balık gibi kokar.

DOĞRU

Taze balığın normalde hiç kokusu olmaz veya çok az deniz kokar. Eğer balık gibi kokuyorsa ve/veya buzdolabını her açtığınızda dışarı balık kokusu çıkıyorsa o balık bayat demektir. Bilindiği gibi taze balığın gözleri cam gibi berrak (donuk değil), derisi diridir (parmakla dokunarak anlaşılabilir).

YANLIŞ

Balık sevmiyorum, Omega-3 yağ asitlerini hap şeklinde de alabilirim.

DOĞRU

Omega-3 yağ asitlerini içeren balık yağı kapsülleri, doğal balık ile aynı yararı sağlamaz. Son zamanlarda yapılan bilimsel çalışmalar, dışarıdan alınan Omega-3 içeren balık yağının, kalp damar sağlığına bir etkisinin olmadığını göstermiştir.

YANLIŞ

Gebe kadınlar balık yememelidir.

DOĞRU

Tam tersi, gebe kadınlar haftada 350 gr balık yemelidir. Balık, bebeğin beyin gelişimi için önemli besinler içerir. Yapılan çalışmalarda, düzenli balık yiyen annelerin çocuklarının, zihinsel yönden daha başarılı olduğu görülmüştür.

Bu konudaki problem, bazı balıkların yüksek oranda cıva içerebilmesidir. Yüksek miktarda cıva, bebeğin beyin gelişimini olumsuz etkileyebilir. Küçük balıkları yiyerek beslenen büyük balıklarda, cıva oranının yüksek olması olasıdır. Aynı zamanda büyük balıklar daha uzun yaşar ve dolayısıyla cıvaya daha uzun süre maruz kalır. Bu nedenle gebelerin kılıç balığı gibi büyük balıklardan kaçınması gerekir.

YANLIŞ

Balık ne şeklide pişirilirse pişirilsin yararlıdır.

DOĞRU

En sağlıklı balık, fırın ve ızgarada pişendir. Derin yağda kızartılan balıkların içerdiği yararlı maddeler kaybolur. Hatta sürekli doymuş ve trans yağlarda pişirilen balık yiyenlerde, kalp hastalığı ve inme riski daha fazladır.

Read More