Monthly Archives Ocak 2022

Kurbanda Beslenme- Et Tüketimi-Saklama 

Öncelikle kurbanı keser kesmez pişirmemelisiniz. Çünkü eti kestiğiniz anda ölüm sertliği oluşur. Bu şekilde pişirilen etler daha sert olur ve sindirimi zorlaşır.  24 saat buzdolabında bekletip ardından eti pişirmeniz, bu sertliğin kaybolmasını sağlayacaktır.

Yemek sonrası çay keyfinin lezzeti bir başka olsada bu da demir emilimini azaltır. O yüzden lütfen yemeğinizin ardından yarım saatin geçmesini bekleyin ve çayınızın açık ve limonlu olmasına özen gösterin.

Ayrıca et ile birlikte salata tüketmeniz de etin sindirimini kolaylaştıracaktır. Akşam yemeğinizde ise sindirim sisteminizi zorlamayacak olan sebze, çorba gibi seçenekleri tercih edebilirsiniz. Eğer akşam saatinde et tüketecekseniz de dinlenmiş eti tercih etmeli, yemeğinizin üzerinden birkaç saat geçmesini beklemeli ve 1 şişe doğal maden suyu tüketip yatmalısınız.

  • Eti pişirirken çeşitli baharatlarla, sebzelerle, yağ ve tuz ilave etmeden kendi yağında pişirin.
  • Hayvanların sırt kısmındaki etlerin yağ ve kas daha az olduğu için, daha lezzetlidir. Izgara ve soteye daha uygundur.  Ön ve arka bacakları gibi daha kaslı bölgelerinden ise kıyma olabilir. Çünkü hayvanın hareket eden kısımları daha kaslı olduğundan et daha serttir ve daha lezzetli bir tüketim için kıymalık et yapılması daha doğrudur.
  • Eti ızgara olarak yemek isterseniz de ateşten 15-20 cm, yani ortalama bir karış uzaklıktaki bir mesafede olmalı ve hafif meyilli bir ızgara kullanılarak damlayan yağların yanan dumanından et korunmalıdır.
    Tüm bu pişirme yöntemleri dışında et tüketimini sınırlı miktarda tutun ve her öğünde et tüketmek yerine sadece bir öğünde et tüketin.
  • Sabah kahvaltısında et yemeyin. Güne başlayan bedenin ihtiyacı sindirim kolay ve tok tutan besinlerden yanadır. Bu nedenle et yerine kahvaltılık ürünleri tercih edin.
    Et tüketiminin en uygun saatleri öğle yemeğidir. Çünkü dinlenmiş etin sindirimi 4 saat sürerken, yeni kesilen etin 6-8 hatta 10 saat bile sürebilir. Ve gün bitiminde bedeninizde eti sindirmeyi ancak bitirmiş olur.
  • Saklama sürecinde de sana büyük sağlık görevleri düşüyor! Et protein yapısı nedeniyle sıcaklığa oldukça duyarlıdır. Buzdolabında maksimum 2-3 gün, -2°C’de buzlukta 1 hafta, -32°C’de derin dondurucuda yaklaşık 2-3 ay muhafaza edilebilirsin daha uzun süre değil UNUTMA!
  • Doymuş yağ tüketiminde dikkatli olun. Et tüketimi bu günlerde biraz daha artacağı için, etin yağının azalmış olmasına dikkat edin. İç yağ tüketimini azaltın, yumurta yemeye bu günlerde ara verin ve süt, yoğurt, peynir gibi besinleri yağsız tercih edin.
  • Sakatatların doymuş yağ ve kolesterol açısından zengin olduğu hepimiz tarafından bilinen bir gerçek. Ancak buna rağmen hala sakatatlardan vazgeçemiyorsanız bu bayram sınırlandırmanın vakti. Sakatatların pişirildikten sonra tabakta bıraktıkları yağ kalıntısı, sizin damarlarınızda da aynı şekilde kalıyor ve damarlarını tıkıyor. Kendinize değer verin ve bu bayram sakatatları bırakın!
  • Mönü planlaması yaparken et tüketmediğiniz diğer öğünde mümkünse sindiriminizi rahatlatan besinlere yer verin. Sebze yemeği, kuru baklagil bu anlamda doğru bir tercih olur.
  • Her öğünde salata olsun. Salatanız yağsız, sirkeli, limonlu ve bol yeşillikli olursa etteki demirin vücut tarafından daha verimli kullanılmasını da sağlar.
  • Et ile birlikte bulgur pilavı, tam tahıllı ekmek gibi posadan zengin besinlerle birlikte tüketirseniz sindirim açısından daha rahat edersiniz.
  • Ara öğünlerde de her gün 2 adet orta boy meyve tüketin. C vitamini içeriği yüksek meyveler, demirin vücutta yararlılığını arttırır.
  • Yemeklerin ardından sindirimi kolaylaştıran yeşil çay, karışık bitki çayları gibi çaylar için.
  • Her yemeğin öncesinde ve öğün aralarında oda sıcaklığında su içmenizde sindiriminizi kolaylaştıran diğer bir etmendir. Lütfen su içmeyi unutmayın.
Read More

Kış Aylarında Metabolizmayı Hızlandırmak İçin 8 Vazgeçilmez Öneri

Havaların soğumasıyla birlikte azalan günlük hareketlerimiz metabolizmamızı yavaşlatan en büyük etkendir. Yeterli ve dengeli beslenmenin yanında farklı beslenme şekilleriyle de metabolizmanızı şaşırtıp hızlandırmak mümkün.

Kış aylarında bağışıklığımızın güçlü olması ve metabolizmamızın hızlanması için;

  • Uyku düzeninize dikkat edin. Gününüzü kaliteli geçirmek ve ideal kilonuzu korumak için fiziksel aktivite ve diyete uyumun yanı sıra mutlaka uykunuzun süresini de düzenleyin.
  • Fiziksel Aktivitenizi arttırın. Vücudunuzun zinde kalması için günlük fiziksel aktivitenize mutlaka önem gösterin. Düzenli egzersiz yaparak kışın metabolizmanızı hızlandırabilir aynı zamanda da Obezite, kanser, diyabet ve kalp damar hastalıkları gibi birçok rahatsızlıktan korunabilirsiniz.
  • Dünya sağlık örgütü haftada en az 150 dakika egzersiz yapılmasını öneriyor!
  • Glisemik indeksi yüksek besinlerden uzak durun. Karbonhidrattan zengin beslenme biçimine sahip bireylerin metabolizması zamanla yavaşlar ve kan şekeri dengesi bozulur. Düşük glisemik indeksli besinler sayesinde kan şekerinizi yavaş yükseltip yavaşça düşürebilir ve dengede tutabilirsiniz.

Bunun için;

  • Meyve suyu yerine meyvenin kendisini tüketin.
  • Patates, bezelye, havuç gibi nişasta içeriği yüksek olan besinleri sıcak tüketmemeye özen gösterin.
  • Öğünlerinizde mutlaka salata tüketin.
  • Besinleri yavaş ve iyice çiğnedikten sonra tüketin.
  • Öğünlerinizin karbonhidrat, protein ve yağ açısından dengeli olmasını sağlayın.
  • Pirinç yerine bulgur tercih edin.
  • Beyaz ekmek yerine tam tahıllı ürünlerini tüketin.
  1. Günlük su tüketiminizi arttırın. Havaların soğumasıyla su tüketiminizi azalttığınızda metabolizmamız yavaşlar. Vücudumuzun yaklaşık %60-70’i sudan oluştuğu için Metabolik reaksiyonlarda su hayati önem taşır. Çay – kahve – bitki çayı suyun yerini tutmaz ve aksine vücuttan suyun atılımına sebep olur. Kışın su tüketiminizi aksatmayın!
  2. Haftada 2 gün balık yiyerek hem metabolizmanızı hızlandırın hem de bağışıklığınızı güçlü tutun. Balık tüketirken pişirme yöntemlerine dikkat edin. Fırında, ızgarada ya da buğulama olarak tercih edebilirsiniz. Yanında çok renkli bir salata ile tercih edebilirsiniz.
  3. Porsiyonlarına dikkat ederek günde 5 porsiyon sebze ve meyve tüketin. Kırmızı-mor (domates, kapya biber, nar, çilek,  hududu, böğürtlen, mor lahana, yaban mersini) sarı – turuncu (portakal, mandalina, limon, ananas) , yeşil (ıspanak, brokoli, maydanoz, dereotu, roka, marul, yeşil biber, taze nane) ve beyaz (soğan, sarımsak, karnabahar) besinleri mutlaka tüketin. Antioksidanlar sayesinde bağışıklığı korurken metabolizmanızı hızlandırın.
  4. Az miktarda sık sık beslenin ve öğün atlamayın. Beslenmenizin düzensiz olması ve aç kalmak metabolizmanızı yavaşlatır. Öğünlerdeki besin çeşidi ve miktarlarını dengede tutarak kilo kontrolüne yardımcı olabilir ve metabolizmanızın yavaşlamasına engel olabilirsiniz.
  5. Bitki çaylarının tüketimini arttırın. Eğer herhangi bir sağlık sorununuz yok ise günlük 2-3 fincan bitki çayı mutlaka tüketin. Bu çaylar arasında yeşil çay – beyaz çay mutlaka olsun.

Mêtabolizma Hızlandırıcı Yağ Yakıcı Tarif

  • 1 fincan Yeşil Çay (önceden demlenmiş, soğutulmuş)
  • 2 yemek kaşığı Nar
  • Yarım Greyfurt
  • 4 yaprak Ispanak
  • 1 çay kaşığı toz Zencefil

Yapılışı: Yeşil çayı demleyip soğutun. İçerisine diğer bütün malzemeyi koyun ve blendırdan geçirin. Taze olarak tüketin.

 

Read More

Yaşam Şekli ve Beslenme Alışkanlıkları Kanser Riskini Azaltabilir

Farklı nedenlerle ortaya çıkan ve vücudun her organında görülebilen kanser, ölümle sonuçlanan en riskli hastalıklardan biri olarak gündemde yer almaya devam ediyor.

Kanser Nedir, Kanser Riski Nasıl Azaltılır?

Kanser doğuştan gelen genetik faktörler ve çevresel risk faktörlerinin etkisi ile değişime uğramış hücrelerin kontrolsüz olarak çoğalıp büyümesi sonucu oluşan hastalıklar grubudur. Normal hücreler belli bir kontrol altında, ihtiyaca göre çoğalırlar ve ömrünü tamamlayan hücreler kontrollü şekilde ölür. Hücrelerin büyümesi, çoğalması ve ölmesi tüm hücrelerin çekirdeğinde bulunan DNA tarafından kontrol edilir. Kanser, DNA’da oluşan ve düzeltilemeyen hasarlanma sonucu başlar.

Erkeklerde Akciğer ve Prostat Kanseri, Kadınlarda ise Meme ve Tiroid Kanseri Sık Görülür

Kanser hem dünyada hem de ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında kalp-damar hastalıklardan sonra ikinci ölüm sebebidir. Kanser istatistiklerine bakıldığında, dünyada bir yılda 18 milyon kişiye kanser tanısı konduğu ve 9.5 milyon kişinin kanser nedeniyle öldüğü görülmektedir.  Maalesef hem dünyada hem de ülkemizde kanser sıklığı giderek artmaktadır.  Türkiye’de en sık görülen kanser türleri erkeklerde akciğer ve prostat kanseri iken kadınlarda meme ve tiroid kanseridir.

Kanserden Korunmak İçin Yapılması Gerekenler Nelerdir?

Kanserden korunmak için yapılabilecek bazı şeyler vardır. Genetik yapımızı değiştirmeyeceğimiz için çevresel risk faktörlerini azaltmaya çalışmalıyız. Kanser riskini azaltmak için yapılacaklar temel olarak 3 ana başlıkta toplanabilir. Bunlar;

  • Kanserojen maddelerden (sigara, alkol, asbest gibi) uzak durmak
  • Kilo kontrolü sağlamak ve beslenme alışkanlıklarını düzenlemek
  • Hareketli yaşamı benimsemek ve düzenli egzersiz yapmak

Kanserojen Maddeler DNA Hasarına Neden Oluyor

Kanserojen maddeler doğrudan DNA hasarı yaparak kanser oluşumunu başlatabilmektedir. Her geçen gün maruz kaldığımız kanserojen miktarı artmaktadır. Örneğin; motorlu taşıtların egzoz gazları ve fabrikalardan salının zehirli gazlar nedeniyle soluduğumuz havadaki kanserojen miktarı artmaktadır. Ancak kanserojen maddeler içerisinde en tehlikeli ve yaygın olanı sigaradır. Hem dünyada hem de Türkiye’de en çok ölüme sebep olan kanser, akciğer kanseridir ve akciğer kanserinin % 85’i sigaraya bağlıdır. Sadece sigara kullanımının azaltılması ile her yıl binlerce insanın ölümü engellenebilir.

Beslenme Alışkanlıklarının Kötü Olması Kansere Zemin Hazırlıyor

Obezite ve beslenme alışkanlıkları ile kanser ilişkisi birçok çalışmada gösterilmiştir. Özellikle mide ve kolon kanseri beslenme şekli ile, meme kanseri ise obezite ile ilişkili bulunmuştur. Akdeniz tipi beslenme olarak bilinen hayvansal yağlardan fakir ve sebze ağırlıklı beslenme kanser riskini azaltırken, batı tipi beslenme olarak bilinen yüksek kalorili, işlenmiş hayvansal ürün içeren hazır gıdalar kanser riskini artırmaktadır.

Düzenli Egzersizle Meme Kanseri Riski % 18 Azalabilir

Günümüz modern toplumunda kanser, kalp- damar hastalıkları ve diyabet gibi hastalıkların hızla artmasındaki önemli faktörlerden biri de hareketsiz yaşam şeklidir. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanların günlük aktivitesi son derece kısıtlanmış durumdadır. Hareketli yaşam ve düzenli egzersiz kanser riskini azaltmaktadır. Yapılan bir araştırmada düzenli egzersiz yapan kadınlarda yapmayanlara göre meme kanseri riskinin % 18 azaldığı gösterilmiştir. En kolay ve sürdürülebilir egzersiz şekli yürüyüş yapmaktır. Haftanın ardışık olmayan 3 gününde ortalama 45 dakika orta tempolu yürüyüş önerilen en kolay egzersiz şeklidir.

Kanser Tedavisinde En Etkili Faktör Erken Teşhis

Kanserden korunmak için yapmamız gerekenleri yaptığımız halde değiştiremeyeceğimiz risk faktörleri nedeni ile kanser oluşma riski sıfır olmayacaktır.  Kanserin tedavisinde en etkili faktör erken teşhistir.  Ne kadar erken teşhis edilir ise tedavi o kadar kolay ve tedavi başarısı yüksek olur. Bu nedenle özellikle kadınlar için önerilen ve Sağlık Bakanlığınca takip edilen meme kanseri ve serviks kanseri için taramalar, erkekler için kolon kanseri taraması erken teşhiste önemlidir. Birinci derece yakınlarında kanser tanısı olan bireylerin tarama programı için doktora danışmaları erken tanı için önerilir.

Erken Tanıda Uzmanların En Büyük Yardımcısı Teknoloji

Teknolojik gelişmelerin tıp alanında kullanımı ile birlikte kanserin tanısında ve tedavisinde çok ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir. Görüntüleme cihazları ile henüz çok küçük lezyonlar tespit edilebilmekte ve biyopsi alınarak tanı konulabilmektedir. Endoskopi ve kolonoskopi uygulamaları ile mide ve kalın bağırsaktaki polipler henüz kanserleşmeden çıkarılabilmektedir.

Yeni Tedavi Yöntemleri İle Kaliteli ve Sağlıklı Bir Yaşama Kavuşmak Mümkün

İlerlemiş kanser tanısı olan hastalarda uygulanan kemoterapi, immünoterapi ve radyoterapi tedavileri ile hastalığı kontrol etme şansı giderek artmaktadır. Her geçen gün yeni tedavi seçenekleri ortaya çıkmakta ve bu tedaviler ile hastaların hem yaşam kalitesi artmakta hem de yaşam süresi uzamaktadır. Özellikle akıllı ilaç olarak da adlandırılan hedefe yönelik ilaçlar ile normal kemoterapi tedavilerine kıyasla çok daha az yan etki ile daha başarılı sonuçlar alınabilmektedir.

Kanser tanısı almış bir hastalığın hem cerrahi tedavisi hem de kemoterapi tedavisi uzmanlık gerektiren bir alandır. Bu hastaların tedavi ve takibinin mutlaka Onkoloji hekimi bulanan bir hastanede yapılması önemlidir.

Read More

Sağlıklı Kalp ve Damar Sistemine Sahip Olmanın Çözüm Noktaları

Sağlıklı, uzun ve kaliteli bir yaşam hepimizin yegâne beklentisidir. Sağlıklı bir kalp-damar sistemine sahip olmak ise bunun ön koşuludur.

Tansiyonunuzu Kontrol Altında Tutunuz!

Hipertansiyon, kalp-damar hastalıklarına birkaç mekanizma üzerinden etkili olmaktadır. Damar iç yüzeyi bozukluğu, hipertansiyonun erken evrelerinden itibaren ortaya çıkmaktadır. Hipertansiyon ayrıca damar iç yüzeyindeki genişlemeyi azaltmakta, hücrelerde yağ birikimini kolaylaştırmakta, kandaki akışkanlığı bozmakta, kireçlenmeyi artırmakta, istenmeyen hücre ve pıhtı birikimini kolaylaştırmaktadır. Yapılan çalışmalara göre; tedaviyle normale döndürülen tansiyon hastalarında inme riski %38, kalp krizi ise %16 oranında azalmaktadır.

Risk Grubunda Yer Alıyorsanız Bu Değerlere Dikkat!

Hipertansiyon sorununuz varsa, orta yaşlı veya diyabetik iseniz hedef kan basıncınızın 130/85 mmHg’nin altında, ileri yaşta iseniz 140/90 mmHg altında olmasına dikkat edin.

Beslenmenize Özen Gösteriniz!

Yapılan araştırmalara göre, doymuş yağdan fakir; lif, antioksidan, doymamış yağ ve balıktan zengin bir diyet, kalp damar hastalıkları üzerine olumlu etki yapmaktadır. Omega3 yağ asitleri içeren besinler de kanda pıhtı oluşumunu azaltıp damar genişletici etki göstermektedir. Ayrıca balık tüketimi ile kalp damar hastalıkları sonucu gelişen ölüm oranında ters orantı olduğu araştırmalarla ortaya konmuştur.

  • Taze sebze, meyve, balık ve lifli gıdalardan zengin beslenmeye özen gösterin.
  • Doymuş yağ oranını yüksek gıdaları azaltın. (kırmızı et, tereyağı, margarin vb. )
  • Kırmızı eti haftada 1-2 kez olmak üzere küçük porsiyonlarda ( 100’er gram) tüketin.
  • Tatlı tüketmek istediğinizde ağır yağlı, şerbetli ve hamurlu tatlılar yerine sütlü olanları tercih edin. Trigliserid değeriniz yüksekse alkolü bırakın, değilse kısıtlayın.
  • Günlük tuz alımını 5 gram ile sınırlandırın.

Bu Besinlerden Kaçınınız!

  • Yağda kızartılmış ve kavurulmuş gıdalar
  • Sakatatlar (karaciğer, beyin, böbrek, işkembe, dil vb.)
  • Kabuklu deniz canlıları (karides, midye, kalamar vb.)
  • İçeriği bilinmeyen hazır gıdalar, rafine şeker içeren gıdalar
  • Tam yağlı etler, pastırma, sucuk, salam, sosis, tavuk ve hindi derisi
  • Yağlı gıdalar (kaymak, krema, mayonez, çikolata ve yağlı soslar)
  • Alkollü içkiler, hazır meyve suları, meşrubatlar, enerji içecekleri
  • Tereyağı, kuyruk yağı, içyağı, margarin yağı, hazır soslar(ketçap, mayonez vb.)
  • Çorba ve yemeklerinizde lezzet verici olarak kullandığınız et suyu veya tavuk suyu

Sigarayı Bırakınız!

Sigara ile kalp-damar hastalıkları arasında sıkı bir ilişki mevcuttur. Sigara damar iç yüzeyinde kolesterol ve yağ kireç birikimini kolaylaştırmaktadır. Bunların yanı sıra iyi huylu kolesterolü (HDL) azaltarak, kötü huylu kolesterolün (LDL) damar duvarındaki zararlı etkisini kolaylaştırmaktadır. Kalp krizi geçiren kişilerin sigara içmeye devam etmeleri halinde tekrar kriz geçirme riski belirgin oranda artmaktadır.

Sigara Dumanına Maruz Kalmaktan Kaçının

Pasif olarak sigara dumanına maruz kalmak da riski artırmaktadır. Öyle ki pasif içici her 10 sigaradan 4’ünü içmiş sayılmalıdır.

Haftada En Az İki Gün Spor Yapınız

Günümüzde teknolojinin sunduğu otomobil, yürüyen merdiven ve asansör gibi imkanlar nedeniyle gün geçtikçe daha az hareket etmeye başladık. Oysa fiziksel aktivite azlığı ve fizik kondisyon yetersizliği kalp- damar hastalıklarının oluşumunda önemli bir risk faktörüdür.

Gün içinde olabildiğince adım sayınızı artırmalı, tempolu yürüyüşler yapmalısınız. Kalp sağlığınız için haftanın en az 2 günü ve en az 30 dakika egzersiz yapmaya özen gösterin. Ancak hiçbir yakınmanız olmasa bile egzersiz uygulamalarına başlamadan önce mutlaka doktor kontrolünden geçmelisiniz.

Kan Şekerinizi Kontrol Altında Tutunuz!

‘‘Diyabet Damar Duvarının Esnekliğini Bozar.’’

Diyabetli hastalar sıklıkla kalp krizi gelişmesi sonucu yaşamlarını yitirmektedir. Kalp-damar hastalıklarından ölüm oranı tip-1 diyabetlilerde 3-10 kat, tip-2 diyabetli erkeklerde 2, kadınlarda ise 4 kat artmaktadır. Çünkü diyabet damar duvarının esnekliğini bozarak kanda pıhtılaşmayı artırmakta ve damar iç yüzeyindeki hücre hasarını kolaylaştırmaktadır.

Testlerinizi ve Doktor Kontrollerinizi Yaptırınız!

Kalp-damar hastalıkları genellikle hiçbir belirti vermeden sinsice ilerlemektedir. Düzenli ve erken yapılan testler, hastalıkların başarıyla tedavi edilmesinde büyük rol oynar ve hastalıkların ciddi boyutlara varmadan tespit edilmesini sağlar. Erken teşhis ile tespit edilen hastalıklar ilaç, küçük girişimsel metotlar veya yaşam alışkanlıklarında yapılan değişikliklerle tedavi edilebilir.

Ailesinde Kalp Hastası Olanların Kardiyoloji Uzmanına Başvurması Gereklidir

Kalp hastalıklarına aile hikayesi önemli. Özellikle ailesinde kalp hastası ve belirli bir yaşın üzerinde olanlar Kardiyoloji uzmanına başvurması uygun olacaktır. Şişmanlık, diyabet veya yüksek tansiyon problemleri yaşayan ve sigara içen hastalar 30, sigara içemeyen kişiler ise 40 yaşından itibaren düzenli muayene olmalı ve aşağıdaki testleri yaptırmalıdır;

  • Total kolesterol
  • HDL (iyi huylu kolesterol)
  • LDL (kötü huylu kolesterol)
  • Trigliserid ve kan şekeri
  • Kan yağlarınızın yanı sıra tansiyonunuzu da düzenli olarak ölçtürmeyi ihmal etmeyin.
Read More

Tıp Teknolojilerinin Beyin ve Sinir Cerrahisi Tedavilerine Etkisi

Gelişen teknolojinin modern tıp uygulamalarında edindiği yer, hastaların iyileşme süreçlerini doğrudan etkilemektedir. Özellikle Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü’nde tedavilerin başarısı, cerrahi işlemi gerçekleştiren uzmanın deneyimine, ekibin yeterliliğine ve kullanılan altyapının niteliklerine bağlıdır.

Beyin Ameliyatlarında Dokuya Zarar Vermeyen İleri ve Hızlı Teknoloji: Nöronavigasyon

Beyin ve Sinir Cerrahisi ameliyatlarında son yıllarda tüm dünyada kullanılan ileri teknoloji ürünlerinden biri olan nöronavigasyon sistemleri Medova Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü’nde de kullanılmaktadır. Nöronavigasyon aslında yön bulma anlamına gelmektedir. Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü’ndeki kullanım amacı da kelimenin anlamı ile benzerlik göstermektedir. Hastanın beyninde gelişen tümör veya abse gibi lezyonlarının yerinin tespitini sağlayan nöronavigasyon sistemleri sayesinde ameliyat sırasında tümöre ulaşırken hız kazanılmakta ve sağlıklı dokulara zarar verilmemektedir. Bu noktada nöronavigasyon sistemleri için ameliyatın başarısını doğrudan etkileyen ve başarısını artıran ileri teknoloji ürünüdür demek mümkündür.

Nöronavigasyon, Ameliyat Sırasında ve Sonrasında Hasta Konforunu Artırıyor

Nöronavigasyon sisteminin ameliyat sırasında kullanılabilmesi için ameliyattan önce milimetrik ölçüde kesitler alınan beyin MR’ı çekilmektedir. Ardından çekilen MR, nöronavigasyon cihazına aktarılmaktadır. Ameliyat sırasındaysa hasta uyutulduktan sonra hastanın başına yerleştirilen aletler ile cihazın lazer işaretleyicileri eşleştirilmektedir. Cerrah, cihaz tarafından algılanabilen manyetik aletlerle hastanın yüz tanıma işlemini gerçekleştirilmektedir. Bu veriler ile nöronavigasyon sistemine aktarılan MR görüntüleri eşleştirildikten sonra tümöre en kolay ulaşabilen cilt kesisinin yeri ve uzunluğu tespit edilmektedir.

Tüm bu süreçlerin tamamlanmasından nöronavigasyon sistemi ile özellikle derin yerleşimli tümörlerde beyine en az zararı verecek, en kısa ve en hızlı yollar bulunmaktadır. Nöronavigasyon sistemi sağladığı 3 boyutlu görüntülerle ameliyat sırasında ve sonrasında hasta konforunu artıran, modern tıbbın gerekliliği olan yüksek teknolojik ürünlerdendir.

Read More

Sinsice İlerliyor, Toplum Sağlığını Riske Atıyor: Verem

Solunum yolu ile vücuda alınan verem mikrobu hastalık oluşturmadan akciğerde yıllarca kalabilmektedir. Mikrobun bulaşmış olduğu kişinin vücut direnci düştüğü anda hastalığın oluşma ihtimali artmaktadır.

Verem Nedir ve Nasıl Bulaşır?

Ülkemizde, halk arasında ince hastalık olarak da bilinen verem hastalığı (Tüberküloz)  bulaşıcı bir hastalıktır. Hastanın öksürmesi, hapşırması veya konuşması ile havaya karışan verem mikrobunu sağlıklı kişilerin soluması, hastalığın bulaşması için yeterlidir. Verem sıklıkla akciğerlerde görülmesine rağmen beyin, böbrekler, sindirim sistemi, omurga gibi organ ve sistemlerde de saptanabilmektedir.

Verem Mikrobu Hastalık Oluşturmadan Yıllarca Akciğerlerde Gizlenebilir

Verem hastaları tedavi edilmediği takdirde, özellikle hastalığın başlangıç döneminde bulaştırıcı özelliğe sahiptir. Verem hastalarının bulaştırıcılığı ancak tedavinin üçüncü haftasından sonra kaybolmaktadır.  Güneş görmeyen ve yeterince havalandırılmayan ortamlar hastalık için uygun ortamlardır. Solunum yolu ile vücuda alınan verem mikrobu hastalık oluşturmadan akciğerde yıllarca kalabilmektedir. Mikrobun bulaşmış olduğu kişinin vücut direnci düştüğü anda hastalığın oluşma ihtimali artmaktadır. Mikropla karşılaştıktan sonraki ilk 2 yıl, hastalığın gelişme riskinin en fazla olduğu dönemdir. Verem hastaları ile yakın teması olan kişilerde verem mikrobu %30 oranında akciğerlere kadar ulaşmayı başarmaktadır. Bu kişilerin %10’unda verem hastalığı gelişme riski vardır.  Kıyaslama yapılacak olursa verem hastalığının bulaşma riski, grip gibi mikrobik hastalıklarla karşılaştırıldığında çok düşüktür.

Kimlerin Vereme Yakalanma Riski Fazladır?

Tüberküloza yakalanma riski; şeker hastalığı, kronik böbrek hastalığı, kanser, HIV-AIDS, organ nakli öyküsü gibi vücut direncini düşüren hastalıklar, ağır beslenme bozukluğu ve düşük vücut ağırlığı, uzun süreli bağışıklık baskılayıcı ilaç kullanımı durumlarında yüksektir. Ayrıca düzenli tedavi almamış eski tüberküloz hastaları, tüberküloz mikrobu ile son iki yıl içinde karşılaşan kişiler, bebekler- çocuklar (özellikle 5 yaş altı) ve yaşlı insanlar risk grubunda yer almaktadır.

Tüberküloz riskini taşıyan kişileri gruplandırmak gerekirse;

  • Vücut direnci düşük olanlar: Bebek, çocuk (özellikle 5 yaş altı) ve yaşlılar,
  • Vücut direncini düşüren hastalığı olanlar: Şeker ve kronik böbrek hastaları,
  • Vücut direncini düşüren durumlar: Ağır beslenme bozukluğu ve düşük vücut ağırlığı olanlar,
  • Vücut direncini düşüren ilaç kullananlar: Kanser, AIDS ve organ nakli hastaları
  • Ayrıca düzenli tedavi olmamış veremliler ile son 2 yıl içinde verem mikrobuyla karşılaşanlar

Verem bulaşıcılığı; hastalığın erken teşhis ve tedavi edilmesi, hasta kişinin maske kullanması ve hijyen kurallarına uyulması ile önlenebilmektedir.

Veremin Belirtileri Nelerdir?

3 haftadan uzun süren öksürük tüberküloz hastalığı için önemli bir belirtidir, mutlaka bir sağlık merkezine başvurulmalıdır. Diğer belirtiler; balgam çıkarma, kan tükürme, göğüs ağrısı ve nefes darlığıdır. Hastalık ateş, gece terlemesi, kilo kaybı, halsizlik, iştahsızlık gibi genel şikâyetlere de neden olabilir.

Verem Tanısı Nasıl Konur?

Akciğer filmleri ve tüberkülin deri testi (PPD) tanıda kullanılan yardımcı testler olmakla birlikte tüberküloz hastalığının kesin tanısı balgamda verem mikrobunun gösterilmesi ile konulur.

Nasıl Tedavi Edilir?

Verem hastalığını diğer bulaştırıcı hastalıklardan ayıran en önemli özellik, ilaçların her gün düzenli alınmadığında mikrobun ilaçlara karşı direnç geliştirme riskinin bulunmasıdır. Bu nedenle verem hastalığının tedavisinde, ilaçların gözetimli bir şekilde her gün düzenli olarak hasta tarafından alındığından emin olunmalıdır. Bu bağlamda, Sağlık Bakanlığımız verem tedavisinde doğrudan gözetimli tedavi stratejisini uygulamaktadır. Hastaların ilaçları sadece verem savaş dispanserlerinden temin edilebilmektedir. Genel olarak tüberküloz hastalığının tedavisi en az 6 ay sürmektedir.

Read More

Obezite Sağlığı ve Yaşam Kalitesini Tehdit Eden Bir Hastalık

Bir ömür boyu sağlıklı yaşamak herkesin isteğidir ancak aşırı kilo sorunu ve ideal kiloyu koruyamamak pek çok hastalığa neden olarak bu isteğin gerçekleşmesini engellemektedir.

Obezite Nedir?

Obezite, besinlerle alınan enerjinin, metabolizma ve fiziksel aktivite ile harcanan enerjiyi aşması durumda, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi ile karakterize bir hastalıktır. Hastalık enerji dengesinin bozulmasının yanı sıra, vücudun hormonal dengesinin bozulması ile de oluşabilmektedir.

Kilo Fazlalığınız Var Ama Bu Obezite Sınırında mı? Bunu Nasıl Anlayabiliriz?

Fazla kiloların hangi aşamada sağlığı tehdit ettiğini belirmek için beden kitle indeksine bakılması gereklidir. Vücut ağırlığının değerlendirilmesinde kullanılan beden kitle indeksi (BKI) kilonun boyun karesine bölünmesi ile hesaplanmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü, BKI değerlerini düşük kilolu, normal kilolu, fazla kilolu, obez ve morbid obez şeklinde sınıflara ayırmıştır.

  • BKI’si 18.5 kg/m²’den düşük olan kişiler düşük kilolu
  • BKI’si 18.5-24.9 arasındakiler normal kilolu
  • BKI’si 25-29.9 arasındakiler fazla kilolu
  • BKI’si 30-39.9 arasındakiler şişman (obez)
  • BKI’si 40’dan yüksek olanlar ise aşırı şişman (morbit obez) olarak sınıflandırılır.

Bel çevresinde aşırı yağ bulunan kişiler, beden kitle indeksleri normal sınırlar içinde olsa dahi, sağlık problemleri açısından daha riskli gruptadır. Çünkü bu yağlar organlarımızın etrafını sararak, işleyiş metabolizmasını bozmaktadır.

Erkeklerin, vücut yağı toplam vücut ağırlığının yaklaşık % 8’i ile % 22’sini oluşturmalı ve bel çevresi 94 cm’yi geçmemelidir. Kadınların normal vücut yağı vücut ağırlığının yaklaşık % 22’si ile % 35’ini oluşturmalı ve bel çevresi 81 cm’yi geçmemelidir.

Düzensiz Beslenme ve Yaşam Şekli Obezitenin Zeminini Hazırlıyor

Obezitenin en büyük sebebi genler olarak bilinse de hareketsizlik, öğün atlamak, yağlı beslenmek, kalitesiz uyku, fazla basit karbonhidrat tüketmek, yoğun stres gibi bireysel nedenlerde riski arttırmaktadır.

Fazla Kilolardan Kalıcı Olarak Kurtulmak İçin Beslenmenizde Nelere Dikkat Etmelisiniz?

Kahvaltı En Önemli Öğün!

Kahvaltı ile güne başlamak, gece boyunca dinlenen metabolizmanızın erkenden uyanmasını sağlamaktadır. Metabolizmanızı ne kadar erken uyarırsanız gün içinde o kadar fazla yağ yakarsınız ve daha çok çalışan metabolizma ile tüm gün daha dinç hissedebilirsiniz.

Ara Öğünlerle Metabolizmanızı Uyarın!

Az yemek yemenin veya aç kalmanın kilo verdirdiğini düşünürüz. Evet aç kalarak tabii ki kilo verirsiniz ancak verdiğiniz kilo yağ kaybı değil büyük oranda su ve kas kaybıdır. Aç kalarak metabolizmanızı uyarmadığınız için metabolizma hızının yavaşlamasına sebep olursunuz. Başlangıçta verdiğiniz yüksek rakamlar her geçen gün azalır ve bir süre sonra kilo vermeniz durur. Ayrıca kas kaybıyla birlikte yorgunluk, halsizlik hissiniz artar. Unutmayın kaslarımız iskeletimize destek dokudur ve bizim için asıl zararlı olan yağ dokusudur. Dolayısıyla gerçek kilo kaybı olarak nitelendirdiğimiz aslen yağ kaybıdır.

İdeal kilonuza ulaşmak ve sağlıklı bir kiloda kalmak için yaptığınız seçimler konusunda bilinçli olmanız gerekmektedir.

Aşağıdaki adımlar size sağlıklı seçimlerin ana hatları hakkında fikir verebilir;

Beslenmenizdeki işlenmiş gıdaları, doğal gıdalarla değiştirmelisiniz.

Aldığınız karbonhidratın tam tahıllı besinlerden, çiğ meyve ve sebzelerden gelmesine özen göstermelisiniz.

Hayatınızdan işlenmiş gıdaları, beyaz un ve şekerden yapılan besinleri çıkarırsanız kilo verme konusunda daha  başarılı olursunuz.

Tam tahıllarda, meyve ve sebzelerde bulunan kompleks karbonhidratlar sizi daha tok tutacaktır. 

Meyvenin Zamanına ve Miktarına Dikkat Edin!

Meyve tüketimi hepimizin bildiği gibi vitamin ve mineral desteği sağlar, bağırsakları çalıştırır, tok tutar. Ancak basit karbonhidrat içeren meyveler sandığımız kadar masum ve sıfır kalori değildir. Türk geleneği olarak akşam yemekten sonra tüketilen meyveler karın çevresindeki yağlanmayı artırır. Meyve tüketimini mümkün olduğunca saat 17.00’den önce sonlandırmaya çalışmalısınız ve meyveyi tek öğünde bir porsiyondan fazla yemek yerine ara öğünlerinize paylaştırmalısınız.

Sebze Deyip Geçmeyin!

Sebzeler içerdikleri bol posa sayesinde tok kalmanızı sağlar ama yemeklerle birlikte nasılsa kalorisi yok diye çok fazla miktarlarda tükettiğiniz salatalar midede çok yer kapladığı için mide genişlemesine sebebiyet verir. Yemeklerinizin yanında tükettiğiniz salatalar 1 kaseyi geçmeyecek şekilde olmalıdır.

Diyetin Sağlıklı Beyazı!

Süt ve süt ürünlerinde bulunan kalsiyum; yağları yakma, yağ hücresi sayısını azaltma özelliğine sahiptir. Özellikle bel çevresinde ki yağ yakımını artırmak için günde 3-4 porsiyon süt ve süt ürünü tüketerek günlük kalsiyum ihtiyacınızı karşılamalısınız.

Sağlıkla Kilo Vermek İçin Su İçin!

Vücudumuzda ki bütün organlar su ile çalışır. Vücudunuzda su olmadığı zaman hücreleriniz büzülür ve metabolizmanız yavaşlar. Unutmayın yağ yaksanız bile su olmadan yağları vücudunuzdan atamazsınız. Bu nedenle su tüketimine özen göstermelisiniz.

Read More

Ramazanda Beslenmenin 10 Altın Kuralı

Ramazan ayı ile birlikte alışkanlık haline getirdiğimiz beslenme düzenimiz bozulur. İftar ve sahur arasındaki sürenin uzun olması, beslenme düzenin bozulması, geç saatlerde sahura kalkmak bedenimizi ve sağlığımızı sarsabilir. Sağlıklı bir ramazan ayı geçirebilmek için Beslenme ve Diyet Uzmanlarımızdan 10 altın öneri…

  • İftarda kan şekeri düşük olduğundan kısa sürede çok miktarda besin tüketmek yerine yeterli ve dengeli beslenmeye önem gösterilmeli, besinler az az -sık sık yenilmeli.
  • Ramazan pidesini iftarda tercih edip, sahurda Tam tahıllı-tam buğday-çavdar ekmek tüketilmeli.
  • İftar ile sahur arasında kg başına 30-35 ml su mutlaka içilmeli.
  • İftar için hazırlanan yemeklerde ızgara-haşlama-fırında pişirme yöntemleri ve zeytinyağlı sebze yemekleri tercih edilmeli, kavurmalar ,kızartmalar ve şerbetli tatlılardan uzak durulmalı.
  • Su ve iftariyelikler ile oruç açıldıktan sonra 10-15 dk ara verilmeli, sonrasında ana yemek yenilmeli.
  • Sahurda gün içerisinde susamayı arttıran çok yağlı, tuzlu ve baharatlı (salam, sosis, sucuk, kızartma vb.) besinlerden uzak durulmalı.
  • Günlük taze meyve ve sebze tüketimine özen gösterilmeli, mutlaka 2 porsiyon meyve ve 2-3 porsiyon kadar sebze tüketilmeli.
  • Sahur öğünü atlanmamalı, mutlaka protein-karbonhidrat-yağ-vitamin-mineral ve lif açısından dengeli besinler içeren bir öğün yapılmalı.
  • Beslenmenizdeki değişikliklere bağlı oluşabilecek kabızlık problemini önlemek için sıvı tüketimine dikkat edilmeli. Yemeklerde lif oranı yüksek yiyecekler (kurubaklagiller, kepekli tahıllar, sebzeler) ve ara öğünlerde taze meyve ve kavrulmamış kuruyemişler tüketilmeli.
  • İftardan sonra hafif tok durumdayken (kesinlikle tok karnına değil) hafif tempolu 30-35 dk yürüyüş ile yavaşlayan metabolizmalarınızın hızlanmasına yardımcı olup besinlerin yağ olarak depolanmasını önlenmeli.
Read More

Nadir Görülen Kan Hastalığı Hemofili

Kan pıhtısı oluşturmak için gereken pıhtılaşma faktörü proteinlerini, yapmak için talimatlar veren genlerden birinde mutasyon veya değişiklikten kaynaklanan hemofili kalıtsal bir hastalıktır. Kişinin yaşam kalitesini doğrudan etkileyen bu hastalığın teşhis, takip ve tedavisi oldukça önemlidir. 

Hemofili Nedir ve Nasıl Gelişir?

İnsan vücudunda 3 temel mekanizmanın etkileşimi ile kan pıhtılaşması sağlanmaktadır. Bunlar;  damar duvarında bulunan hücreler, kan pulcukları ve pıhtılaşma faktörleridir. Bu mekanizmalar, kanama durumunda hasarlı bölgeye hücum ederek pıhtı oluşmasını ve kanamanın durdurulmasını sağlar.

Hemofili Kalıtsal Bir Kanama Bozukluğudur

Hemofili,  pıhtılaşma faktörlerinin doğuştan eksikliği sonucu ortaya çıkan kalıtsal bir kanama bozukluğudur. Pıhtılaşma faktörlerinden seviyesi en sık azalan Faktör 8 ve Faktör 9’dur. Faktör 8 eksikliği Hemofili A hastalığı ve faktör 9 eksikliği Hemofili B hastalığı olarak adlandırılır.

Hastalık çoğunlukla kalıtsal olarak taşıyıcı kadınlardan erkek çocuklarına geçmektedir. Çok nadir durumlar hariç hemen her zaman erkeklerde görülen bir hastalıktır. Hastalık kalıtsal olmakla birlikte üçte bir oranda aile öyküsü olmaksızın kendiliğinden ortaya çıkabilir.

Hemofili Belirti ve Bulguları Nelerdir?

Faktör düzeylerindeki eksiklik derecesine göre hastalığın şiddeti değişmektedir.

Hafif şiddetli hastalıkta, normal günlük yaşantıdaki hafif travma veya darbelerde belirti görülmeyebilir. Teşhis bu nedenle ileri yaşlarda konulabilir. Ağır bir yaralanma, diş çekimi veya cerrahi girişimden sonra kanamanın uzun süre durmaması ile teşhis edilebilir.

Orta ve ağır şiddetli hastalıkta, bebeklik çağından itibaren hatta doğumla birlikte belirtiler görülmektedir. Bazen doğumu takiben bebekte ağır kafa içi kanama, göbekte şiddetli kanama olabilir ya da yeni doğan sünnetini takiben uzun süre durdurulamayan kanama ilk belirti olabilir. Bebeğin emekleme döneminde ya da yeni yürüyen bir bebekte bacaklarda, kollarda hafif darbelerde dahi anormal morluklar olması dikkat çekicidir. Morlukların nedeni yeterli pıhtılaşmanın olmamasına bağlı deri altı kanamalardır. Hemofilide daha ciddi olan ve çok önemsenen kanama, eklemler ve kemik içine olan kanamalardır. Bunlar sıklıkla; diz, omuz  ve ayak bileğinde görülmektedir. İleri dönemde bu kanamaların sık tekrar etmesi durumunda, eklemde fonksiyon kaybı ve sakatlıklara yol açabilir. Sindirim sistemi kanamaları da sık olarak ortaya çıkmaktadır.

Hemofili Tanısı

Olağandışı kanama yaşayan ya da sık tekrarlayan kanama öyküsü olan bir hastaya kanama-pıhtılaşma testleri yapılarak teşhis konulmaktadır.

Hemofili Tedavisi

Hastalığın şiddetine göre, eksik olan faktörün yerine yenisi konularak tedavi yapılır. Faktör konsantreleri, insan kanından yüksek teknoloji kullanılarak elde edilmekte ve damar yoluyla hastaya verilmektedir. Bazı hafif-orta düzeydeki hemofili hastalarında günlük yaşayış aktivitelerinde belirgin bulgu olmadığı için düzenli tedaviye gerek yoktur. Bu hastalarda küçük veya büyük cerrahi girişimler öncesi koruyucu önlemler alarak faktör düzeylerini, kontrolsüz kanamaları engelleyecek seviyelere çıkarmak yeterli olmaktadır. Belirtileri şiddetli olan orta ve ağır hastalarda ise düzenli tedavi gerekir. Faktör düzeyi %1’in altında olan hastalarda vücuttaki faktör düzeyini belli bir seviyede tutmak için haftada 2 veya 3 kez faktör tedavisi uygulanmalıdır. Ayrıca kanama anında da tedavi edici dozlarda faktör kullanılmaktadır. Hemofili hastasının diş çekimi veya cerrahi operasyona hazırlık döneminde, koruyucu tedavi uygulanmaktadır.

Hastaya Özel Tedavi Yaklaşımının Benimsendiği Yenilikçi Yöntemler

Son dönemlerde; faktör konsantrelerinin etki süresinin uzatıldığı, cilt altı enjeksiyonlarla daha pratik tedavilerin uygulandığı, yeni ilaçlar hastaların kullanımına sunulmuştur. Ayrıca kalıtsal geçişi kırma adına gen tedavilerinde de büyük ilerlemeler kaydedilmiştir.

Read More

Kanser Tedavisinde Radyolojik Görüntüleme Yöntemleri

Radyografi, ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans (MR) gibi görüntüleme metotları kanserin yerleşim yeri ve tipine göre tercih edilmektedir. Bazı durumlarda birden fazla görüntüleme yöntemi kullanılarak kanser tanısına ulaşılabilmektedir. İleri teknolojik cihazlar sayesinde tümör çok küçük boyutlarda tespit edilebilmekte ve tanı yanılması ya da gecikmesi gibi istenmeyen durumlar önlenebilmektedir.

Radyolojik Tarama Yöntemleri ile Kansere Bağlı Ölüm Oranları Azaltılıyor

Radyoloji ve diğer tıbbi branşların en önemli hedefi tümörü erken evrede yakalayabilmek ve bu sayede tedavi başarısını ve yaşam süresini artırmaktır. Bu amaçla yapılan kanser taramasında, hastaya en az zarar veren ve en az radyasyon dozuna sahip radyolojik tanı yöntemleri kullanılır ve bu yöntem önemli başarıya sahiptir. Günümüzde en sık görülen kanser olan akciğer kanseri taramasında akciğer grafisi ve ağır sigara kullanımı bulunan riskli hasta gruplarında düşük radyasyon dozlu BT kullanılmaktadır. Bu sayede ağır sigara içen hastaların akciğer kanserinden ölüm oranı %20 azalmıştır. Aynı zamanda akciğerde tespit edilen kanserleşmemiş nodüllerin takibi ve değişikliklerin tespiti yine düşük radyasyon dozlu BT ile yapılabilmektedir. 40 yaş üstü kadınlarda meme kanseri taramasında kullanılan mamografinin erken evre kanser teşhisi sayesinde meme kanserinden ölüm oranında %30 azalma sağladığı gösterilmiştir. Özellikle ailesinde kanser geçmişi bulunan yüksek riskli bireylerde doğru radyolojik tarama yöntemleri ile kanser araştırması belirli aralıklarla mutlaka yapılmalıdır. 

Biyopsi Yapılmadan İleri Teknoloji Yöntemleri İle Tümör Tipi Tespit Edilebiliyor

Kanser varlığında BT ve MR tümörün iyi ya da kötü huylu olup olmadığının, büyüklüğünün, çevre organlar ile olan ilişkisinin, ameliyat ile çıkarılabilirliğinin ve diğer organlara olan yayılımının tespitinde önemli bilgiler sağlamaktadır. Ayrıca pozitron emisyon tomografisi (PET-BT) ile tüm vücut taranarak tümörün yayılımı tespit edilir ve tümör derecelendirmesi yapılır. Bu sayede tümörün tedavi yöntemi (cerrahi ya da ilaç ile tedavi) belirlenerek hastaya en faydalı ve başarı oranı en yüksek olan yol takip edilir.

Tespit edilen tümörün patolojik tanısına ulaşmada da radyoloji önemli rol üstlenmektedir. Tiroid, meme, karaciğer, prostat gibi organlarda yerleşmiş tümörlere ultrasonografi,  akciğer ve pankreas tümörlerinde ise BT eşliğinde biyopsi işlemi yapılarak doku tanısı elde edilebilmektedir. Günümüzde özellikle karaciğer tümörlerinde MR kullanılarak biyopsi yapılmadan tümörün tipi büyük oranda tespit edilebilmektedir. Beyin tümörlerinde tümör tipi, derecesi ve metabolik-biyokimyasal yapısı ileri beyin MR görüntüleme yöntemleri (MR spektroskopi, MR perfüzyon, difüzyon MR) ile biyopsi yapılmadan belirlenebilmektedir. Ayrıca bu yöntemler ile takip incelemeler yapılarak tümörün büyüklüğünde ve evresinde olabilecek değişiklikler ortaya konabilmektedir.

Radyolojik Tanı Yeni Tedavi Planlarının Oluşturulmasına Rehberlik Ediyor

Kanser hastalarının cerrahi tedavi sonrası tümör nüksünün ve metastaz oluşumunun belirlenmesi ya da kemoterapi sonrası mevcut tümörün tedaviye verdiği cevabın değerlendirmesi ancak belirli aralıklarla tekrarlanan radyolojik tanı yöntemleriyle yapılabilir.  Bu sayede tedavi sonrası oluşabilecek nüks ya da metastaz gibi istenmeyen durumların erken teşhisi yapılarak yeni tedavi planlamasının erken yapılması sağlanır.

Günümüzde hızlı ve doğru tanıya ulaştıran ileri teknoloji radyoloji cihazlarının yaygınlığının artması, kanser hakkında geçmişe göre çok daha fazla bilgiye sahip olmamız, yoğun çalışmalar sayesinde bilgilerimizin ve yeni radyolojik tanı tekniklerinin artması kanser ile başa çıkmamızda bizlere yardımcı olmaktadır. Bu konuda güncel, teknolojik ve doğru radyolojik tarama ya da tanı yöntemlerinin kullanılması, alanında uzman ve tecrübeli radyologlar tarafından değerlendirilmesi en önemli husustur. Kanser hastalarının radyolog, medikal onkolog ve diğer ilgili branş doktorları tarafından beraber değerlendirilmesi ve ortak karar almaları hasta yönetiminde başarıyı artırmaktadır.

Read More