Author medova

İdrarda Görülen Kan, Mesane Kanseri Belirtisi Olabilir

İdrarda kan görülmesi yani “hematüri”, nedeni mutlaka belirlenmesi gereken bir sorundur. Çoğunlukla idrar yolu enfeksiyonu, taş hastalığı, prostat büyümesi gibi iyi huylu hastalıklar nedeniyle ortaya çıksa da özellikle mesane kanseri gibi daha ciddi ve kötü huylu bir hastalığa bağlı da oluşabilmektedir. Hematüri toplumda sık görülen ve sıklığı % 2,5’tan % 20’ye kadar değişen klinik bir bulgudur. Hematüri pratikte karşımıza iki şekilde çıkmaktadır. Hastanın daha hızlı şekilde hekime gelmesini sağlayan, idrarda gözle görülebilecek miktarda kan olması ‘‘makroskopik hematüri’’, gözle görülmeyen fakat mikroskop ile incelemede 3’ten fazla kırmızı kan hücresinin bulunması ise ‘‘mikroskopik hematüri’’ olarak tanımlanır.

Belirtileri Gözlemlemek ve Farkında Olmak Hayat Kurtarıyor

Makroskopik hematüri, genellikle altta yatan önemli bir patolojiyi işaret eder. Bu nedenle, makroskopik hematürinin altta yatan nedenini belirlemek için mutlaka ileri değerlendirme yapılmalıdır. Hematürinin oluş şekli, pıhtı varlığı ve özel bir şekil almış olması, ağrının eşlik etmesi ve idrarın hangi aşamasında kan görüldüğü klinik değerlendirmede önem taşır. İdrar başlangıcındaki hematüri sıklıkla üretra-idrar kanalı kaynaklıdır ve çoğunlukla enfeksiyona bağlı gözlenir. Hematüri öncesi olan yan ağrısı çoğunlukla böbrek taşı düşürmeyi işaret ederken ağrısız pıhtılı hematürinin en sık sebebi mesane kanseridir.

Mesane Kanseri Daha Çok 50 Yaşından Sonra Görülmektedir

Mesane kanseri erkeklerde prostat, akciğer ve kalın bağırsak kanserlerinden sonra dördüncü sıklıkta görülen kanserdir. Erkeklerde kanser vakalarının yaklaşık olarak % 7’sini oluşturur. Kadınlarda en sık görülen dokuzuncu kanserdir ve tüm kanser vakalarının % 2,5’ini oluşturur. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, sigara (tütün) kullanımı tek başına mesane kanserinin en önemli nedenini oluşturur ve tüm olguların yüzde 40-70’inden sorumlu olduğu tahmin edilmektedir. Sigara içen kişilerde mesane kanseri gelişme olasılığı, sigara içmeyenlere kıyasla 2-3 kat daha yüksektir.  Mesane kanseri daha çok 50 yaşından sonra görülmektedir. Mesane kanseri tanısı için en yaygın olarak kullanılan testler idrar tahlili, üriner sistem ultrasonografisi ve sistoskopisidir. (Mesanenin endoskopik olarak kamerayla değerlendirilmesi) Tüm kanser türlerinde olduğu gibi erken tanı ve tedavi ile mesane kanserinden tamamen kurtulmak mümkündür.

Sigara İçen Kişilerde Mesane Kanseri Gelişme Olasılığı 2-3 Kat Daha Yüksektir

Mesane kanseri tanı anında çoğunlukla yüzeysel şekilde yani mesane duvarının derinliklerine nüfuz etmemiş şekildedir. Bazı hastalarda ise tanı anında mesane dışına taşmış hatta uzak organlara yayılmış dahi olabilir. Tedavi hastalığın evresine göre yapılmaktadır. Yüzeysel mesane kanserinde kanserli alanın mesaneden kazınarak temizlenmesi ve sonrasında mesane içine uygulanan çeşitli ilaçlar ile hastalık tedavi edilebilir. Mesane duvarının derinliklerine ilerlemiş hastalıkta ise içerden kazımak yeterli olmayıp mesanenin alınması gerekebilmektedir. Deneyimli uzman tarafından uygulanan iyi ve yeterli bir tedavi ile birlikte yakın takip yapılması bu hastalıkla mücadele edilmesinde oldukça önem taşımaktadır. Mesane kanseri riskini azaltmak için alınacak başlıca tedbirler sigara kullanımının azaltılması ve mesleki kanserojen maddelerden uzak durulması şeklindedir.

İdrardaki Kanama Mutlaka Bir Uzman Tarafından Değerlendirilmeli

Sonuç olarak baktığımızda idrarda görülen kan, idrar yolu enfeksiyonu ve taş hastalığı gibi selim durumlardan kaynaklanabileceği gibi mesane kanseri gibi oldukça ciddi ve ölümcül olabilecek bir kanserin de belirtisi olabilir. İhmal etmeksizin idrardaki kanamanın mutlaka bir uzman tarafından araştırılması gerekmektedir. Hangi sebepten olduğunun tespiti ve ona uygun tedavinin yapılmasının hayat kurtarıcı olabileceği akılda tutulmalıdır.

Read More

Hipertansiyon Kroniktir Ama Doğru Önlem ve Tedavilerle Yaşam Kalitesini Arttırabilirsiniz

Atar damarlarımızdaki kan basıncının, normal değerlerden yüksek ölçülmesine hipertansiyon denir. Halk arasında; ‘’tansiyon hastalığı’’ veya ‘’yüksek tansiyon’’ olarak bilinen hipertansiyon yaygın bir halk sağlığı sorunudur ve toplumun önemli bir bölümü bunun farkında değildir.

Hipertansiyon Önlenebilir ve Tedavi Edilebilir Kronik Bir Hastalıktır

Hipertansiyon; kalp hastalıkları, felç, böbrek hastalığı, erken ölüm ve hayat kalitesinin düşmesi gibi durumlarla ilişkili olup sağlık ve ekonomi alanında önemli bir yük oluşturmaktadır. Bununla birlikte, hipertansiyon önlenebilir ve tedavi edilebilir kronik bir hastalıktır.

Hipertansiyon Belirtileri Nelerdir ve Hastalık Nasıl Tespit Edilir?

Peki, hangi kan basıncı değerlerine ‘’yüksek tansiyon’’ diyoruz? Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, ölçülen kan basıncı değerleri, büyük tansiyonun 140 ve üzeri, küçük tansiyonun 90 ve üzerinde olması ‘’hipertansiyon’’ olarak adlandırılır. Sabah uyandıktan sonra, yaklaşık on dakika oturma süresi sonunda ölçülen kan basıncı, en doğru tansiyon değerini yansıtır.

Hipertansiyon genellikle herhangi bir belirti ve bulgu göstermeden, normal bir hekim muayenesi esnasında tespit edilmektedir.

Baş ağrısı, baş dönmesi, çarpıntı, nefes darlığı, göğüs ve sırt ağrısı, görme bozukluğu hipertansiyonda sık görülen belirtilerdir. İlave olarak halsizlik, yorgunluk, burun kanaması, kulak çınlaması, yürüme ve merdiven çıkmada zorlanma daha az görülen belirtilerdir.

Hipertansiyon teşhisi konan hastaların çoğunda (% 90), kan basıncının neden yükseldiği bilinmemektedir. Az bir bölümünde ise kronik böbrek hastalıklarına, böbrek üstü bezi hastalıklarına, çeşitli ilaçların kullanımına, aşırı alkol veya kahve tüketimine, yoğun stres altında kalma gibi nedenlere bağlı olarak hipertansiyon görülebilmektedir.

Hipertansiyonu olan kişilerin hekimin uygun görmesi halinde, ayrıntılı kan -idrar tahlilleri, kalp incelemeleri ve göz muayeneleri yapılmalıdır. Kan basıncı yüksek olan bireylerde aynı zamanda şeker hastalığının da olması kalp, beyin, böbrek, göz gibi kimi organlarda ciddi ve geriye dönüşü mümkün olmayan tahribatlara neden olmaktadır. Bu nedenle hekim kontrolünde gerekli önlemler mutlaka alınmalıdır.

Hipertansiyon Hastalığı Olan veya Risk Grubunda Yer Alan Bireyler Yaşam Şeklini Değiştirmelidir

Çeşitli önemler alınarak hipertansiyon ile mücadele etmek mümkündür. Peki, bu önlemler nelerdir?

İdeal Vücut Ağırlığı: Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde erişkin nüfusun % 65’inin normal vücut ağırlığının üzerinde olduğu (% 35 fazla kilolu, % 30 şişman) bilinmektedir. Eğer kişi aşırı kilolu ve yüksek tansiyon sorununa sahipse ise uygun kiloya inmesi veya en azından kilo vermesi (ağırlığının en az %  5–10’u kadar kilo kaybı) gerekmektedir. Bu sürecin uzman bir diyetisyen kontrolünde planlanması akılcı ve bilimsel bir yaklaşım olacaktır.

Tuz kısıtlaması: Normal olarak, alınması gereken tuz miktarı günlük 6 gramı geçmemelidir. Ancak ne yazık ki ülkemizde kişi başına günlük tuz tüketimi 15 gram civarındadır ve bunun hipertansiyon ile doğrudan bağlantılı olduğu kanıtlanmıştır.

Sağlıklı beslenme: Hipertansiyonu olan bireylerin beslenmesinde ağırlıklı olarak sebze ve meyve, az yağlı besinler, tam tahıl, sebze kaynaklı protein ve haftada en az iki kez balık yer almalıdır. Çabuk tüketilen, işlenmiş ve aşırı yağ, rafine şeker ve tuz içeren yiyeceklerin tüketiminden kaçınılmalıdır.

Sigaranın bırakılması: Kan basıncı yüksek olan bireylerin sigara kullanmaması, kullanıyor ise mutlaka bırakması tavsiye ve teşvik edilmelidir. Sigara bırakma kalp ve damar hastalığı riskini azaltmada en etkili önlemlerden biridir. Ne yazık ki sigara içme oranı, ülkemizde halen yüksektir ve genç nüfusumuzda bu oran artmaktadır.

Alkol kısıtlaması: Hipertansiyonu olanların alkol kullanması önerilmemektedir.

Hareketli yaşam: Hastalara yaşına ve fiziksel durumuna uygun şekilde düzenli fiziksel aktivite/egzersiz yapması tavsiye edilmektedir. Genel olarak haftada en az beş kez 30 dakikadan az olmayan aktivite önerilmektedir. Buna ek olarak gün boyunca da hareketli bir yaşam öğütlenmektedir.

Stres yönetimi: Davranışların düzenlenmesi ve gevşeme tekniklerinin uygulanması tansiyonun kontrol altına alınmasında değerlidir.

Tüm bunlara ilave olarak hekim tarafından önerilen, hipertansiyona yönelik ilaç tedavisi düzenli olarak sürdürülmeli, tavsiye edilen aralıklarla kontrole gidilmelidir.

Hipertansiyon; kronik bir hastalık olduğu için, tedavisi ve takibi ömür boyu devam etmelidir.

Read More

Genital Kanser Tedavileri Evreye ve Hastanın Yaşına Göre Planlanıyor

Günümüz tıbbının en önemli sorunlarından biri olan kanser, klasik deyimi ile çağın hastalığı olmaya devam etmektedir. Kadın genital organ kanserlerinin diğer kanserlerden ayrılan en önemli tarafı, tanısının erken konulabilmesi ile tanının konulduğu evreye ve hastanın yaşına göre tedavi seçeneklerinin farklı olmasıdır. Çoğu genital kanser, kanser olarak başlamayıp kanser öncüsü lezyon olarak yıllarca devam etmektedir. Hekim olarak bizim sorumluluğumuz bu kanserleri, kanser öncüsü hastalık döneminde yakalamak ve hastanın minimal hasarlı tedavilerle atlatabilmesini sağlamaktır.

Ben hastalarıma hep şöyle bir örnek veririm; nasıl ki yağmur yağmadan önce havanın parçalı bulutlu, çok bulutlu ve kapalı olduğu dönemler varsa ve bu dönemlerin sonunda yağmurun yağması biraz da mevsime bağlıysa her kanser öncüsü lezyonun kansere dönüşmeyeceği ve bazen bunların yıllarca böyle kaldığı hatta gerilediği görülebilir.

Genital Kanser Tedavileri Evreye ve Hastanın Yaşına Göre Planlanıyor

Bizim alacağımız önlemler ve uygulayacağımız tedaviler hastalığı yakaladığımız evreye ve kişinin yaşına göre değişir. Kadın genital kanserleri arasında tanıda erken yakalayabilme ve tedavi edebilme şansının en yüksek olduğu kanser türleri, rahim ağzı kanseri ve rahim kanseridir. Rahim ağzı kanseri etkeninin HPV virüsü (human papilloma virüs) olduğunu bilinmektedir. Yaklaşık 120 tipi olan bu virüs en çok Tip 16, 18, 31 ve 33 kanserojen özelliği göstermektedir. Diğer virüs tipleri ise genital siğillerin nedenidir. Servikal smear dediğimiz rahim ağzındaki döküntüleri fırça ile alarak buradan hücresel değişiklikleri ve HPV virüsünün tipi ile birlikte tayin edebilmekteyiz. Bu konuda ülkemizde oldukça başarılı tarama çalışmaları yürütülmektedir. KETEM merkezi olan aile hekimliklerinde virüs taramaları rutin olarak yapılmakta, her aile hekimliğinde ve kadın hastalıkları kliniği olan her hastanede rutin smear taramaları yapılmaktadır. Belli sınıflamalarda şüpheli olarak çıkan lezyonlar bu konuda deneyimi olan Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanlarınca kolposkopik değerlendirmeye alınmaktadır. Kolposkopi rahim ağzının 36 defaya kadar büyütülmesi, belli işlemlerden sonra şüphelenilen bölgelerden gerekirse biyopsi alınmasıdır. Alınan bu örnekler patolog tarafından incelenmekte, kanser veya kanser öncüsü hangi lezyon olduğuna karar verilmekte ve tedavisi yönlendirilmektedir. Kolposkopik inceleme bizim kliniğimize de rutin ve başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.

Erken Tespit Edilen Kanserler Kolaylıkla Tedavi Edilebiliyor

Rahim içi kanserlerinin tanısında en önemli yardımcı, probe küretaj dediğimiz rahim dokusundan alınan örneklerin incelenmesi sürecidir. Bu şekilde hastaya basit bir küretajla tanı konulup tedavi yönlendirebilmektedir. En zor tanısı konulan kanser, yumurtalık kanserleridir. Geçmiş yıllarda hastalara rahim ameliyatları yapılırken 45 yaşını geçen hastalarda yumurtalık kanserlerini önlemek için rutin olarak yumurtalıkların alınması önerilmiştir. Günümüzdeyse bazı kan tetkikleriyle, MR ve vajinal ultrasonun yaygın kullanımı bu konuda oldukça yardımcıdır.

Farkında Olarak Kanserden Korunun

Kadın genital kanserlerinin erken dönem yakalayabilmenin ve kanserden korunmanın ana kriterlerini topluca gözden geçirirsek:

  • Rutin vajinal smear taramalarının yaptırılması,
  • Periyodik muayenelerin aksatılmaması,
  • Aşağıda sıralanan şikayetlerden herhangi biri olduğunda mutlaka doktora gidilmesi,
  • Uzun süren kokulu kirli akıntı,
  • Genital bölge dış kısımlarında renk değişikliği ve iyileşmeyen yara,
  • Cinsel ilişki sonrası kanama,
  • Düzensiz adet kanaması,
  • Özellikle menopozdan sonra görülen vajinal kanama,
  • Karın alt kadranda ağrı ve ele gelen kitle,
  • Kronik kabızlık,
  • Batın alt kadran MR veya ultrasonlarında uterusta büyüme, düzensizlik ve yumurtalıklarda görülen kistler

Kadınlarımıza sağlıklı ve kansersiz günler dileğiyle.

Read More

Geçmeyen Boyun, Sırt ve Bel Ağrılarına Dikkat! Omurga ve Omurilik Tümörü Olabilir

Boyun, sırt, bel ve kuyruk sokumunda olmak üzere toplam 32 adet kemiğin birleşmesinden oluşan omurgamızın, temel görevi omuriliği sararak onu korumak ve destek görevi görmektir.  Bu yakın anatomik ilişki omurga ve omurilik hastalıklarının belirti, bulgu ve tedavilerinin ortak anılmasında rol oynamaktadır. Omurga tümörleri denilince omurga kemikleri ile bu yapıyı saran eklem, kas ve diğer yumuşak doku tümörlerini akla gelirken omurilik tümörleri denildiğinde sinir ve bu sinirleri saran zara ait tümörler kastedilmektedir. Omurga ve omurilik tümörleri bu yapıları oluşturan hücrelerden meydana gelirse birincil tümörler, vücudun başka bir bölgesinde oluşan akciğer, meme, prostat, lenf bezleri, mide bağırsak sistemi veya rahim tümörleri gibi bir tümörden bu bölgeye yayılan tümörlerden meydana gelirse ikincil ya da metastatik tümörler olarak adlandırılır. Birincil tümörler iyi huylu olabildiği gibi kötü huylu da olabilir. İkincil tümörler ise daima kötü huyludur.

Omurga ve Omurilik Tümörleri Kimlerde Görülür? Risk Faktörleri Nelerdir?

Bu tümörlerin nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte birçok tümör tipinde olduğu gibi genetik faktörler, kimyasal ajanlar, radyasyon ışınları suçlanmaktadır. Nadiren bazı kalıtsal hastalığı olan kişilerde bu tümörlerin görülme sıklığı yüksektir.

Belirtileri Nelerdir? Ne Zaman Şüphelenmeliyiz?

Omurga ve omurilik tümörlerinin en sık görülen bulgusu ağrıdır. Özellikle istirahatle geçmeyen, geceleri devam eden, bir süre ağrı kesici kullanılmasına rağmen ağrısı devam eden ve daha önce kanser öyküsü olup boyun, sırt, bel bölgesinde ağrıları olan hastalarda omurga ve omurilik tümörlerinden şüphelenilmesi gerekir.

Tümörün sinirlere yaptığı baskıdan dolayı kol ve bacaklarda halsizlik, güçsüzlük, uyuşukluk, mesane ve bağırsak fonksiyon bozuklukları meydana gelebilir. Bu durumda hastalarda yürüme güçlüğü, nesnelerin elden düşmesi, idrar yapma güçlüğü ya da idrar kaçırma gibi sorunlar görülebilir.

Teşhis Nasıl Konulur?

Omurga ve omurilik tümörlerine ait bulgular omurganın diğer hastalıklarına benzer bulgular sergilediğinden dikkatli olunması gerekir. Hastaya ait şikayetlerin öyküsü ve yapılan muayenede tümörden şüphelenildiği durumda omurgaya yönelik manyetik rezonans görüntüleme (MR), bilgisayarlı tomografi (BT) çekilmesi gerekir. Daha önce kanser öyküsü varsa metastaz (yayılma) olup olmadığını görmek için PET BT (pozitron emisyon tomografisi) istenebilir. Eğer doktor tarafından uygun görülürse kapalı biyopsi yapılabilir.

Tedavisi Nasıl Yapılır?

Eğer tümör birincil iyi huylu bir tümörse hasta aralıklı olarak muayene ve radyolojik görüntüleme yöntemleri ile izlenebilir. Omurga ve omurilik tümörlerinde tedavinin amacı öncelikle varsa sinirler üzerindeki baskıyı ortadan kaldırmaktır. Bu durumda cerrahi müdahale ile tümör çıkarılmak suretiyle tedavi edilir. Ameliyat sırasında sinir hasarını önlemek için nöromonitör denilen özel cihazlar kullanılabilir. Bunun yanında omurgayı kararlı ve sabit hale getirmek için omurganın vidalanması gerekebilir. Tümörün türüne göre bazen hastalara radyoterapi ve kemoterapi uygulanması gerekebilir.

Hastaların Takibi Nasıl Olmalıdır?

Omurga tümöründen ameliyat olan bir hasta birinci haftasında yara kontrolü için çağrılır. Patoloji sonucu incelenerek tedavi süreci planlanır. Tümörün türüne göre hasta aralıklı muayene ve radyolojik takip için kontrole gelmesi önerilir.

Geceleri ısrar eden, geçmeyen boyun, sırt ve bel ağrılarında Beyin ve Sinir Cerrahi uzmanına başvurmanızı tavsiye ederiz.

Read More

Türkiye’de Her Yıl Yaklaşık 18 Bin Kadın Meme Kanseri Tanısı Alıyor

Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser olup Türkiye’de her yıl yaklaşık 18.000 kadın meme kanseri tanısı almaktadır. Meme kanserlerinin yaklaşık % 5-15’i ailesel faktörlerden kaynaklanmaktadır.  35 yaşından önce meme kanserine yakalanmış yakını olanlar,  birden fazla yakın akrabasında meme ve yumurtalık kanseri bulunanlar, her iki memesinde kanser olanlar genetik yönden riskli grubu oluşturmaktadır. Sigara, geç gebelik yaşı, şişmanlık, geç menopoz yaşı, uzun süre hormon tedavisi görme, çocuk yaşta radyasyona maruz kalmak risk artışına sebep olabilmektedir.

Meme Kanseri Önlenebilir ve Tedavi Edilebilir mi?

Evet. Meme kanseri erken tanı konulduğunda tedavi edilebilen ve bazı kanser öncesi lezyonların tespit ve tedavi edilmesiyle önlenebilen bir hastalıktır.

Erken Tanı İçin Nasıl Önlem Alınmalıdır?

40 yaşından önce kendi kendine muayene, 40 yaşından sonra yapılan mamografik taramalar ile erken tanı konulması sayesinde ve tanı sonrası başarılı tedavilerle hem hayatın sağlıklı olarak devamı hem de hastanın memesini kurtarmak mümkün olabilmektedir.

Ne Zaman Şüphelenmeliyim?

Memede ele gelen kitle, kendi kendine olan meme başı akıntıları, meme başı veya derisinde çekilme, çökme, portakal kabuğu görünümü, meme başında kabuklanma meme kanserinin en önemli belirtileri olup bu şikâyeti olan hastaların uzman bir hekim tarafından geç kalınmadan muayene edilmesi gerekmektedir.

Kesin Tanı Nasıl Konur?

Yapılacak muayene sonrası şüpheli bulunan hastalarda ultrason, mamografi, meme MR’ı, meme başı akıntı sitolojisi gibi incelemeler tanı koymaya yardımcı olur. Kanser şüphesi olan lezyonlardan iğne yardımı ile biyopsi alınarak tanı kesinleştirilir.

Tanı konulan hastalarda hastalığın yaygınlığı tomografi, ultrason, PET CT, laboratuvar tahlilleri ile değerlendirildikten sonra hastaya uygun tedavi cerrah, tıbbi onkolog, radyasyon onkologları ve plastik cerrahın görüşü alınarak kararlaştırılır.

Erken evrede yakalanan hastalarda memeyi almadan yapılan meme koruyucu cerrahi girişimleri ile hastanın hem memesi hem hayatı başarı ile kurtarılabilmektedir. Biraz daha ilerlemiş vakalarda kemoterapi ile hastalık geriletilip başarı ile  meme koruyucu cerrahi uygulanma şansı olabilir.

Silikon ve Yeni Yöntemlerle Yeni Meme Oluşumu İmkanı

Medova Hastanesi Onkolojik Cerrahi Kliniği’nde, hastanın rızası doğrultusunda ve uygun hastalarda memenin tümü alınıp aynı seansta plastik cerrahi uzmanınca silikon veya diğer yöntemlerle yeni meme oluşturulması imkânı hastaya tedavi seçeneği olarak sunulmaktadır. Günümüzde, memenin tümünün alınması gittikçe daha az sıklıkta uygulanmakta olup hastanın durumuna göre hangi cerrahi yöntemin seçileceği hasta ile birlikte kararlaştırılmaktadır.

Meme kanserinin temel tedavisi cerrahidir. Ancak kemoterapi, hormon tedavisi, akıllı ilaç tedavileri ve ışın tedavisi ile birlikte başarı şansı en yüksek seviyeye ulaşabilmektedir.

Hastalarımızdan en sık aldığımız soruları yanıtlayan uzmanımız son olarak şu mesajı veriyor;

‘‘Her 8 kadından birinin karşılaşacağı meme kanseri artık erken tanı konulduğunda tamamen tedavi  edilebilen bir hastalıktır.’’

Read More

Emzirmek Anne ve Bebeği Kanserden Koruyor

Emzirmenin annede kanseri önlediği uzun yıllardır bilinen bir gerçektir. Araştırmalara göre, bebeğini emziren annelerde menopoz öncesi ve sonrası meme kanseri riskinin azaldığı görülmektedir. Emzirme süresi altı aydan uzun sürdüğünde ve özellikle bir yılın üzerine çıktığında, bu koruyucu etki daha belirgin olmaktadır. Emzirme, annelerde yumurtalık kanseri riskini de azaltmaktadır.  Avustralya’da yapılan çalışmalarda, bebeğini 13 aydan daha fazla emziren annelerde yumurtalık kanseri riskinin % 63 oranında azaldığı gözlemlenmiştir.

Birden fazla çocuğunu toplamda 31 ay emziren annelerdeki riskin, çocuğunu toplamda 10 ay emziren annelere göre % 91 oranında azaldığı tespit edilmiştir.

Anne Sütü Yaşam Boyu Süren Etkiye Sahip

Anne sütü bilinen en güçlü fonksiyonel ve dinamik bir gıdadır. Kısa dönem beslenmeye yönelik yararlarının yanında, yaşam boyu süren etkilere sahiptir. Anne sütünün enfeksiyonlardan koruyucu özelliği bulunmaktadır. Aynı zamanda beyin, göz, sinir, zeka düzeyi ve psikolojik gelişime olumlu etkileri vardır. Şeker hastalığı riskini azalttığı da gözlemlenmiştir.

Kanser Tedavisinde Anne Sütü Mucizesi

Yakın zamanda yapılan araştırmalar, anne sütünün bebeği de kanserden koruduğunu göstermiştir. İsveçli bilim insanları 1995 yılında anne sütünün, bakterilerin akciğer kanser hücrelerine yapışmasını engelleyip engellemediğini araştırırken, anne sütündeki bir proteinin sağlıklı hücrelere zarar vermeden sadece kanser hücrelerini öldürdüğünü gözlemledi. Bu gözlem sadece kanser hücrelerini yok edecek bir tedavi yönteminin çok güzel ve doğal bir örneğini oluşturmaktadır.

Anne Sütündeki Kanser İlacı HAMLET

Anne sütünde bulunan alfa- laktalbumin proteini, bebeğin midesine inince mide asidinin etkisiyle açılır ve proteine oleik asit eklenir. Bu süreçte oluşan protein- lipid kompleksine HAMLET  (human alpha lactalbumin made lethal to tumor cells) ismi verilmiştir.

Bebeğin midesinde oluşan bu molekül, tümör hücrelerinde sağlıklı hücrelere göre daha fazla tutunmaktadır. HAMLET, 40’tan fazla kanser hücresi için ölümcül etkidedir.  Bu etkiyi diğerlerinden ayırarak olağanüstü yapan nokta ise sağlıklı hücrelere herhangi bir zarar vermemesidir.

HAMLET molekülü dirençli tümör hücrelerinin dahi ölümüne yol açmaktadır. İnsan üzerinde yapılan çalışmalarda, deri papillomu (virüs denilebilir mi) ve mesane kanserini tedavi ettiği görülmüştür. Tedaviye dirençli deri papillomalarında (virüslerde) üç haftalık lokal uygulamada kitlede % 75 oranında küçülme oluştuğu ve iki yıl içinde hastaların % 83’ünde herhangi bir yan etki olmadan iyileşme meydana geldiği gözlenmiştir. Mesane kanserinde de cerrahi girişim sonrası idrar kesesi içine bölgesel olarak 5 gün boyunca verilmiştir. Bunu takip eden 2. saatte idrarda yoğun olarak ölen kanser hücreleri görülmüştür. HAMLET’in kötü huylu bir beyin tümörü olan glioblastom, mesane kanseri ve bağırsak kanseri üzerindeki tedavi edici etkinliği hayvan deneylerinde gösterilmiştir. HAMLET kanser tedavisinde geleceğe yönelik ümit verici bir ilaç seçeneği olarak değerlendirilmektedir.

Anne Sütü, Anne ve Bebeği Kanserden Koruyor

Anne sütü pankreas, meme, endometrium, yemek borusu, rektum ve böbrek kanserlerine karşı koruma sağlamaktadır. Yakın zamanda anne sütünde bulunan kazein proteininin parçalanmasından açığa çıkan peptit ve kazeinlerle yapılan laboratuvar çalışmaları, bu maddelerin insanda görülen kan kanserini azalttığını göstermiştir. Anne sütü ile beslenmenin çocukluk çağı kanserlerini azalttığına dair çok sayıda çalışma mevcuttur. Anne sütünün kanserden koruyucu etkisi gün geçtikçe klinik ve laboratuvar çalışmalarla desteklenmekte, yeni ümit verici ve somut verilerle ortaya konmaktadır.

Read More

Obezite: Dünyanın En Ölümcül 10 Hastalığından Biri

Türkiye’de obez birey sayısı hızla artmaktadır. Önlenebilir ölümlerin ikinci en önemli nedeni obezitedir ve sebebi de yüksek enerjili beslenmeye bağlı olarak vücutta aşırı yağ birikimidir. Obezite, fazla enerji alımına veya harcanan enerjinin azalmasına bağlı oluşan bir hastalıktır. Özellikle ulaşım, eğlence, üretim ve tarım sektörlerinde teknolojinin gelişmesiyle yaşam biçiminin kolaylaşması sonucu fiziksel aktivitenin azalması ve beslenme alışkanlıklarındaki değişim obezitenin kaçınılmaz hale gelmesine neden olmaktadır. Obeziteyi belirlemede beden kitle indeksi (BKİ) kullanılmakta olup 30 kg/m2 üstünde olanlar obez olarak tanımlanmaktadır.

Obezite Hangi Hastalıklara Etki Eder?

Obezite başta Tip 2 Diabetes Mellitus (şeker hastalığı) olmak üzere, kolesterol yüksekliği, hipertansiyon, kalp hastalıkları, karaciğer yağlanması, polikistik over sendromu, kısırlık, uykuda nefes durması (uyku apnesi), astım, eklemlerde kireçlenme, reflü hastalığı, safra kesesi taşı, pankreas iltihabı, depresyon vb. psikolojik bozukluklar ve özellikle kalın barsak, meme, rahim, böbrek, yemek borusu kanserleri ile ilişkilidir.

Obezite Tedavisi

Doğru ve sağlıklı beslenme aşırı kiloların oluşmasını önlediği gibi sağlıklı şekilde ideal kiloya ulaşmayı da sağlayan etkin bir yöntemdir.

Tıbbi Beslenme Tedavisi

Diyet şeması bireyin yaşına, cinsiyetine, fiziksel aktivite durumuna ve yaşam biçimine uygun olmalıdır. Ayrıca tüm besin gereksinimlerini yeterli ve dengeli bir şekilde karşılamalıdır. Günlük enerji alımı, haftada 0,5-1 kg ağırlık kaybı sağlayacak şekilde yani alması gereken enerjiden yaklaşık 500-1000 kcal daha az olmalıdır. Günlük enerjinin yaklaşık % 12-15’i proteinlerden, % 25-30’u yağlardan ve % 55-60’ı karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Çay şekeri, bal, reçel gibi basit karbonhidratların tüketimi azaltılmalı, tam (kabuğu ayrılmamış) tahıl, kuru baklagiller gibi kompleks karbonhidratların tüketimi artırılmalıdır.

Obezite Tedavisinde Önemli Bir Anahtar: Egzersiz

Sağlıklı bir yaşam sürmenin ve hastalıkları önlemenin en temel kurallarından biri olan fiziksel aktivite obezite tedavisinde de anahtar bir alışkanlıktır.

Egzersiz bireyin kondisyonunu artırmak üzere planlanmış ve yapılandırılmış, özel fiziksel aktivite çeşididir. Maksimum kalp hızı; 220’den yaşın çıkartılması ile bulunur. Maksimum kalp hızının % 40-50’sinin hedef kalp hızı olduğu egzersizler düşük yoğunluklu, % 50-70’inin hedef kalp hızı olduğu egzersizler orta yoğunluklu, % 70-90’ının hedef kalp hızı olduğu egzersizler yüksek yoğunluklu egzersiz olarak tanımlanmaktadır. Makul ve uyulabilecek bir egzersiz programında bir seferde en az 30 dakika sürecek şekilde orta yoğunluklu fiziksel aktivite haftada ortalama 5 defa yapılabilir.

Düzenli Egzersiz Obezite İle Birlikte Birçok Önemli Hastalık Riskini Azaltır

Düzenli egzersiz; hareket esnekliği sağlar, kas gücünü arttırır, kemik erimesini önler, insülin direncini azaltır, bel çevresini azaltır, zayıflamaya yardımcı olur, kolesterole olumlu etki eder, diyabet, hipertansiyon, kalp ve beyin damarı sertleşmesi ve bunun gibi birçok önemli hastalık riskini azaltır. Düzenli egzersiz aynı zamanda bireyin kendisini iyi hissetmesini sağlar.

Davranış Terapisi

Klasik tedavi yöntemlerine ek olarak uygulanan yenilikçi tedavilerde obezite konusunda bireylere yardımcı olmaktadır.

Davranış terapisiyle hastanın yeme ve egzersiz davranışında değişim hedeflenir ve bunun için hastadan bazı becerileri edinmesi istenir. Bu beceriler beslenme eğitimi ve egzersize ek olarak; kendini izleme, hedef belirleme, dürtü kontrolü, davranışsal yerine koyma ve pozitif pekiştirmedir. Bu becerilerin yanı sıra sosyal destek sistemlerinin gözden geçirilmesi ve bilişsel değişiklik de tedavi hedefleri arasında bulunmalıdır.

İlaçlar ve Cerrahi

Daha önce uygulanan tedavi yöntemlerinin yetersiz kaldığı ve beklenen sonucu vermediği durumlarda uygulanan ilaç tedavisi veya cerrahi işlemlerle obezite sorunu ortadan kaldırılabilmektedir.

Obezitenin ilaçlarla tedavisi olduğu gibi cerrahi olarak da tedavisi mümkündür. Obezite ameliyatları; mide hacmini küçültüp gıda alımını kısıtlayarak, alınan gıdaların emileceği bağırsak bölümünü kısaltarak ve/veya bypass ederek ya da her iki yöntemin kombine edilmesiyle kilo vermeyi sağlayan cerrahi tekniklerdir.

Obezite Cerrahisi İçin Gerekli Koşullar Nelerdir ve Kimlere Uygulanabilir?

  • BKİ ≥ 40 kg/m2 olması
  • BKİ ≥ 35 kg/m2 olması ve obezite ile ilişkili tip 2 şeker hastalığı, hipertansiyon kolesterol yüksekliği, uyku apne sendromu vb. en az 1 hastalığın eşlik ediyor olması

Sonuçta, obez bireyin bilinçli bir şekilde tedavi edilmesi ve uzun süreli kilo kontrolünün sağlanabilmesi için alışkanlıkları, yaşadığı çevrenin koşuları, obezitenin gelişim seyri, daha önceki zayıflama girişimleri, psikolojik ve sosyokültürel durumu, diğer hastalıkları ve kilo artışına neden olabilecek ilaçları da göz önüne alınarak uygun bir merkezde takibi önerilir.

Read More

Yüksek Teknolojik Cihazlarla Beyin Tümörleri Ameliyatı

Beyin, yürümek-konuşmak gibi istemli hareketlerimizde, solunum-sindirim gibi istemsiz ve otomatik olarak yapılan hareketlerimizde, aynı zamanda duyularımız (görme-işitme-dokunma-tatma-koklama), duygularımız, düşünce ve hafızamızla ilgili birçok önemli fonksiyonun çalışmasında görevlidir. Çok önemli fonksiyonların uygulanmasında görevli olan beyin aynı zamanda çok hassas bir yapıdır. Dolayısı ile vücut bu kadar önemli ve hassas bir organı korumak için beyni kalın bir kafatası ile çevreler. Sabit ve sert bir yapı olan kafatası içinde, oluşacak herhangi bir yer kaplayan lezyon beyin için önemli bir sorun oluşturacaktır. Kafatası içinde belirli bir hacme ulaştığında kafa içi basınç artışına yol açacak ve sonuçta çok ciddi sağlık sorunlarına neden olacaktır.

Beyin Tümörleri Yenidoğan Çağından Başlayarak Her Yaşta Görülebilir

Beyin tümörü; eğer beynin kendi dokusundan kaynaklanıyorsa ‘‘primer beyin tümörü’’, vücudun herhangi bir yerinde oluşup beyine sıçrayan bir tümör ise ‘‘sekonder veya metastatik beyin tümörü’’ olarak adlandırılır. Primer beyin tümörleri iyi huylu (benign) veya kötü huylu (malign) karakterde olabilir. Beyin tümörlerinin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Beyin tümörleri herhangi bir yaşta oluşabilir ancak iki yaş grubunda daha çok görülmektedir. En çok 3-12 yaş grubu ve 40-70 yaş grubunda bu tümörler görülür.

Beyin Tümörlerine Bağlı Gelişen Belirtiler

  • Baş ağrısı, bulantı ve kusma: Özellikle son günlerde ortaya çıkan ve gittikçe şiddetlenen, sabahları daha fazla olan, bulantı ve kusmanın eşlik ettiği baş ağrıları görülür.
  • Epilepsi (Sara Nöbeti): Geç yaşlarda ortaya çıkan epileptik nöbet bir beyin tümörünün ilk belirtisi olabilir.
  • Kol ve bacakta ortaya çıkan güç ve duyu kaybı: Özellikle beynin motor alanında veya civarında oluşan tümörlerde kol ve/veya bacak güçsüzlüğü ortaya çıkabilir.
  • Kişilik değişiklikleri
  • Konuşma bozuklukları
  • Yürüme bozukluğu, dengesizlik
  • Görme yetisinin azalması, çift görme
  • Şaşılık
  • Israrla devam eden kulak çınlaması ve işitme azalması
  • Hormonal değişiklikler

Tanı Yöntemleri

Hassas tanı ve tarama yöntemlerinin kullanılması gereken beyin tümörlerinde temel olarak iki yöntem kullanılmaktadır. Bu yöntemler;

  • BBT (Bilgisayarlı Beyin Tomografisi)
  • MR (Magnetik Rezonans)

Uygulanan tanı yöntemlerinde beyin MR’ı altın standarttır.

Tedavi

Beyin tümörünün tedavisi birçok değişkene bağlıdır. Beyin tümörünün türü, yerleşim yeri, tümörün çapı, hastanın yaşı ve genel sağlığı tedavi yöntemini seçme konusunda önemlidir. Tedavi yöntemi ve uygulama şekli çocuk ve erişkin hastalar için farklılık göstermektedir.

Multidisipliner Tedavi Yaklaşımları ile Süreç Yönetiliyor

Beyin tümörlerinin tedavisinde; cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi kullanılabilir. Doktor cerrahinin şekline, tümörün çap ve yerleşim yerine göre karar verir. Beyin tümörlerinin tedavisinde hastanın yaşam süresini uzatan en önemli tedavi yöntemi, cerrahi tedavidir. Tümörü çıkarırken hastaya en az zararı vererek maksimum düzeyde tümörü çıkarmak esas amaçtır. Bu nedenle cerrahi tecrübe ve birikim çok önemlidir.

Nöroonkolojik ameliyatların sık yapıldığı, çok merkezli çalışma prensiplerini benimsemiş ve yüksek teknolojik donanıma sahip hastaneler tercih nedeni olmalıdır.

Beyin Tümör Cerrahisinde Kullanılan Teknolojiler Yeni Bir Dönem Başlatıyor

Özel Medova Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Merkezi olarak biz de ameliyatlarımızda tümör boyama özellikli mikroskop, nöronavigasyon sistemleri ve nöromonitör gibi hem hastanın hem de cerrahın işini kolaylaştıran yüksek teknolojik cihazlar kullanmaktayız. Ameliyatta alınan doku, patoloji tarafından incelenerek gelen tümörün türüne göre gerekli durumlarda cerrahi tedavi sonrasında radyoterapi (ışın tedavisi) veya kemoterapi gibi tedavi yöntemleri ile hastanın tedavisine devam edilmektedir.

Her aşaması zor olan bu dönemde tanı, tedavi ve takip sürecinde tüm ekibimizle hastalarımızın yanındayız.

 

Read More

Terleme Nedir ve Hangi Durumlarda Ortaya Çıkar?

Terleme, vücudun ısı artışına karşı ısıyı sabit tutmak için verdiği bir reflekstir. Vücut terleme yoluyla cilt üzerinde oluşan sıvıyı buharlaştırarak kendini soğutmaya çalışmaktadır. Bu nedenle; egzersiz sırasında, sıcak ve nemli ortamlarda bulunulduğunda, aşırı kalın giysiler giyildiğinde, aşırı kilo sorunu olduğunda ter salgısında artış meydana gelir. Tüm bunlara ek olarak heyecan, korku, utanma ve stres gibi pek çok değişken de fizyolojik bir neden olmaksızın terlemeye yol açmaktadır.

Aşırı Terleme Nedir?

Hiperhidrozis (aşırı terleme), normal gereksinimden daha fazla ter salgılanması anlamına gelir. Aşırı terleme günün tamamında olabileceği gibi, ara ara veya beklenmedik zamanlarda da gerçekleşebilir. Altta yatan bir hastalığa bağlı olabileceği gibi tamamen sağlıklı bireylerde, hiçbir neden yokken de ortaya çıkabilir.

Altta yatan bir hastalığa bağlı gelişen aşırı terleme genellikle yaygın terleme olarak görülmektedir. Bu nedenle, altta yatan bir hastalığa bağlı aşırı terleme durumuna “genel hiperhidrozis” adı da verilmektedir. Aşırı terlemeye en sık neden olan hastalıklar veya durumlar; guatr, şeker hastalığı, kan şekeri düzensizliği, menopoz, enfeksiyonlar, kalp yetmezliği, solunum yetmezliği, şişmanlık ve alkolizm olarak sıralanabilmektedir. Genel hiperhidrozisin tedavisi altta yatan hastalığı ya da durumu tedavi etmekle gerçekleşmekte olup bunun dışında bir yöntem (ameliyat vb.) uygun değildir.

Bölgesel Aşırı Terleme Nedir?

Tamamen sağlıklı kişilerde özellikle el, ayak, koltuk altı ve yüzde görülen kontrolsüz aşırı terleme ile karakterize bir tablodur. En önemli özelliği ortam sıcaklığından bağımsız olarak stres, egzersiz, heyecanlanma durumlarında terleme miktarının artmasıdır. Bu kişilerde çoğu zaman hiçbir tetikleyici faktör olmaksızın aşırı terleme olabilmektedir. Kuru bir el hiçbir neden yokken saniyeler içinde sırılsıklam olabilmektedir.

Uyku sırasında terlemenin olmaması ve terleme olmasına rağmen ter kokusu olmaması tipiktir. Sıklıkla 20 yaş öncesinde ortaya çıkmaktadır.

Aşırı terleme rahatsızlığı bulunan bireyler sosyal hayata girerken, diğer insanlarla sağlıklı iletişim kurmakta zorlanabilmekte ve mesleki hayatlarında mağdur olabilmektedir. Biz uzmanlar en sık ‘‘aşırı el terlemesi’’ şikayeti ile karşılaşmaktayız. Öğrenci, öğretmen, mühendis, avukat, güvenlik güçleri gibi birçok meslek gurubu bu sınıfta yer alabilmektedir. Koltuk altı ve yüz terlemesi şikayetini ise daha çok “beyaz yakalı” olarak tabir edilen meslek gurubunda görmekteyiz.

Aşırı Terleme Tedavisi ve Uygulanan Yöntemler

Bölgesel aşırı terleme ile ilgili kanıtlanmış tedavi yöntemleri arasında botoks ve cerrahi tedavi seçenekleri bulunmaktadır.

 

Read More

Akciğer Kanseri’nde Erken Teşhis Ameliyat Şansını Arttırır

Akciğer kanseri, kanser nedeniyle ölümlerin başlıca nedenidir. Ülkemizin en önemli sağlık problemlerinden birisi haline gelen akciğer kanseri; erkeklerde her yüz bin kişinin 75’inde, kadınlarda her yüz bin kişinin 9’unda görülmektedir.  Tüm kanser ölümlerinin yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır. Sigara, yaklaşık % 85-90 oranı ile akciğer kanserine neden olan en önemli etkendir. Akciğer kanseri oluşma riski sigara bırakıldıktan yaklaşık 15 yıl sonra, sigara içmeyen kişilere yakın bir risk seviyesine inmektedir. Asbest ile temas, radyasyona maruz kalma, kronik obstruktif akciğer hastalığı (KOAH), tüberküloz (verem),  ailede kanser öyküsü ve ağır metallere maruziyet kanser oluşma riskini arttıran diğer önemli faktörlerdir.

Belirtiler Birçok Hastalık İle Aynı Olduğu İçin Akciğer Tanısı Gecikebiliyor

Kanserin hangi türü olursa olsun erken tanı ve tedavi çok önemli. Akciğer kanseri belirtilerinin birçoğunun diğer tehlike yaratmayan hastalıklarda da görülüyor olması akciğer kanseri tanısının gecikmesine ve tedavisinin güçleşmesine neden olmaktadır. Peki nedir bu belirtiler?

Sonradan ortaya çıkan inatçı öksürük veya mevcut öksürük karakterinde değişme, kanlı balgam, halsizlik, göğüs-sırt-yan ağrısı, ses kısıklığı, nefes darlığı, anormal zayıflama, lokalize kemik ağrısı, yutma güçlüğü gibi şikayetler akciğer kanserinin en önemli belirtileridir. Örneğin öksürük veya ses kısıklığı şikayetinin enfeksiyon hastalıklarına bağlanması veya göğüs ağrısının kas ağrısı gibi yorumlanması nedeni ile birçok kanser vakası doktora başvurma gereği duymamakta ve tanı alamamaktadır.

Akciğer Kanserinde Ağrı Olur mu?

Akciğer dokusunda ağrı duyusu bulunmamaktadır. Dolayısıyla akciğerde yer alan kanser dokusu, büyüklüğü ne olursa olsun ağrı şikâyeti yaratmamaktadır. Ancak akciğer zarına kadar büyüyen veya kaburgalara temas eden bir kanser dokusu ağrı yaratabilmektedir. Diğer organlara göre akciğerin hacim olarak büyük olması nedeni ile akciğer içinde yer alan kanser dokusu, eğer solunum yollarını daraltmamış veya tam olarak kapatmamış ise belirgin bir nefes darlığı şikayeti oluşturmayabilir. Bu gibi nedenlerle şikayetler önemsenmeyip doktora başvurma süreleri genellikle gecikmektedir.

Risk Taşıyan Kişiler Yılda Bir Kez Kontrolden Geçmeli

Kanser gibi hızlı ilerleyen ve ölümcül hastalıklarda erken teşhis için günler dahi çok önem arz etmektedir. Teşhiste gecikilen her gün hastalığın evresini artırmakta ve tedavi zorluğuna yol açmaktadır. Birinci evrede cerrahi tedavi uygulanan bir hastanın sağ kalımı (yaşam şansı) % 92 iken, ikinci evrede % 60, üçüncü evrede % 36, dördüncü evrede ise % 10 seviyelerine inmektedir. Erken tanının sağ kalım (yaşam şansı) açısından bu denli önemli olduğu bir hastalıkta hiçbir belirti ve şikayet önemsiz kabul edilmemelidir. Bilhassa risk faktörlerini barındıran kişilerin şikâyet olmasa dahi en az yılda bir kez akciğer kanseri açısından kontrol edilmeleri önem arz etmektedir.

Akciğer Kanseri Tedavisi: Cerrahi, Kemoterapi ve Radyoterapi

Cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi dışında akciğer kanseri için uygulanan herhangi bir tedavi yöntemi mevcut değildir. Maalesef son zamanlarda çevremizde alternatif tıp veya bitkisel tedavi adı altında birçok asılsız yöntem ve kişiler ortaya çıkmış, kanseri tedavi ettiklerini ileri sürerek hasta ve hasta yakınlarının içinde bulundukları psikolojik durumu kullanarak maddi çıkarlar elde etmektedirler.

Erken Teşhis  Ameliyat Şansını Arttırır

Akciğer kanseri tedavisi Göğüs Cerrahisi, Medikal (Tıbbi) Onkoloji ve Radyasyon Onkolojisi branşlarının ortak çalışması ile yürütülmektedir. Tedavi hastalığın evresine, bulunduğu lokalizasyona (yere), hastanın yaş/ek hastalık/efor kapasitesi/solunum kapasitesi gibi özelliklerine göre belirlenmektedir. Akciğer kanserinde öncelikli tedavi cerrahi olup tanı gecikmesi, ileri evrede tespit gibi nedenlerle hastaların ancak % 20’si ameliyat şansı bulabilmektedir. Ameliyat sonrası değerlendirme ile hastanın ve hastalığın durumuna göre Kemoterapi ve Radyoterapi tedavileri sürece eklenebilmektedir.

Kapalı Ameliyat Yöntemi İle Hastalar Daha Konforlu Bir Süreç Yaşıyor

Geçmiş dönemlerde sadece açık ameliyat teknikleri ile yapılan, hastalar açısından daha travmatik seyreden, iyileşme süreci uzun olan akciğer kanseri ameliyatları geliştirilen malzeme ve teknikler sayesinde kapalı ameliyat şeklinde uygulanabilmektedir. Kaburgalar arasından açılan ortalama 2 veya 3 delik aracılığı ile kapalı ameliyatlar yapılabilmektedir. Ameliyat sonrası iyileşme süreci yaklaşık 5-7 gün sürmektedir. Medova Hastanesi Göğüs Cerrahisi Kliniği olarak son teknoloji ve çağdaş tedavi yöntemlerini dünya ile eş zamanlı uygulamaktayız.

Read More